1 Nisan 2007 Pazar

Yerleşim Alanlarında Deprem Hasarlarını Arttırıcı Yönde Rol Oynayan Risk Faktörleri

1. ZEMİN ŞARTLARI
Bina tabanındaki yerel zeminin jeolojik yapısı ve özellikleri, deprem esnasında bina yıkılmalarında en önemli faktörler arasında bulunmaktadır. Deprem sarsıntısı yeraltındaki her hangi bir kaynaktan, yayılan bir titreşim hareketi olduğundan, bu titreşimin yayıldığı zeminin jeolojik yapısı, hasarı doğrudan etkilemektedir. Esasında kötü ve dayanımsız bir zemin, deprem olmaksızın dahi bina emniyetini tehdit ederek oturma ve göçmelere neden olduğu hepimizce bilinmektedir. Deprem sarsıntısı ise, bu tür zeminlerde çok daha korkunç sonuçlar doğurmaktadır. Deprem, farklı zeminler üzerinde bulunan binaları farklı şekillerde etkiler. Çünkü deprem dalgalarının sert ve sağlam kayalardan geçişi ile gevşek zeminlerden geçişi birbirlerinden tamamen farklıdır. Deprem esnasında gevşek ve sıkışmamış zeminler, zemin hakim titreşim periyodlarını büyülterek deprem sarsıntısını dolayısıyla depremin yıkıcı etkisini artırırlar. Bu durum ise deprem esnasında bu tür zemin üzerindeki binaya depremin yıkıcı etkisi, diğerlerinden birkaç misli büyük olur. Son Marmara depremlerinde ana faydan oldukça uzakta bulunan Adapazarı, Düzce, Akyazı ve Gölyaka'da hasarın fazla olmasının önemli nedenlerinden birisi, yerleşimlerin gevşek ve suya doygun zeminler üzerinde kurulu bulunmasındandır. Depremlerde hasar ve can kayıplarını azaltmak için, problemli (sulu ve gevşek) zeminlerde özellikle çok yüksek katlı inşaat yapmaktan kaçınmak en doğru olan yoldur. Deprem hasar dağılımı ile zemin arasındaki ilişkiler çok eski tarihlerden beri bilinmektedir. Çok sayıdaki deprem kayıtlarında bina hasarlarının alüvyon zeminler üzerinde en fazla olduğu, sağlam veya kayalık alanlar üzerindeki binalarda ise hasar oranının çok az olduğu veya hiç olmadığı belirtilmektedir. Örneğin 1783 Calabria-İtalya, 1906 San Fransisko, 1923 Kanto-Japonya; 1957 Meksika, 1976 Tangshan-Çin depremleri ve en son ülkemizde 17 Ağustos Kocaeli ve 12 Kasım 1999 Düzce depremleri kayıtları vb. Richter, Amerika'da yaptığı çalışmada bir bölgede meydana gelen 6. büyüklüğünde bir depremin, aynı bölgedeki Mesozoyik yaşlı kireçtaşı kütlesinde 6-7 şiddetinde hasar oluşturduğunu ancak, aynı depremin Kuvaterner yaşlı Alüvyon zemin üzerinde 11. şiddetinde hasar meydana getirdiğini belirtmiştir. Sağlam ve gevşek zeminler üstündeki binalarda, depremlerin değişik oranlı hasar yaptığı hemen her depremde sıklıkla görüldüğünden, deprem hasarı ve zemin grubu arasındaki bu ilişki yeraltı katsayısı olarak tanımlanmaktadır.

17 Ağustos ve 12 Kasım tarihli Marmara Depremlerinden sonra özellikle insanlarımız arasında bina ve konut yapımlarında sağlam ve gevşek zemin terimleri sıklıkla kullanılmaya başlandı. Nedir bu sağlam veya gevşek zeminler' Aşağıda sağlam ve gevşek zeminler ve bunların deprem davranışları hakkında kısa açıklayıcı bilgiler verilmeye çalışılacaktır.

A. SAĞLAM ZEMİNLER
Dinamik zemin şartları esnasında inşaatlarımızın hasar görmemesi için, bina temellerimizin mümkün olduğunca sağlam zeminlere oturması gerektiği daima hatırda tutulması gereken bir konudur. Sağlam zemin terimi, üzerinden jeolojik zaman geçmiş, nispeten sıkılaşmış, pekleşmiş, suyunu kaybetmiş, fay ve çatlak içermeyen, sağlam, dayanıklı kaya kütlelerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Bir zeminin deprem açısından sağlam sayılabilmesi için mutlaka kireçtaşı, granit, kuvars gibi sağlam ve masif kaya kütlesi olması gerekmez. Üzerinden uzun jeolojik süreler geçmiş birimlerin büyük çoğunluğu bu gruba girer. Bunlar genel olarak deprem şiddetini hiç artırmaz, üzerindeki yapılara aynen 1/1 oranında yansıtırlar. Dolayısıyla bunlar üzerindeki binalar sadece depremin kendi şiddetinden etkilenebilir. Bu zeminlerin deprem şiddetini artırıcı yönde etkisi bulunmadığından, depremdeki bina ve konut hasarlarını yükseltmezler. Yeni yerleşim alanı seçiminde sağlam (mümkünse kaya) zeminler tercih edilmelidir. Bu sağlanamıyor ise, eski jeolojik formasyon ve zeminler üzerine yerleşim alanları kurulmalıdır. Bir deprem esnasında aynı bölgedeki sert ve kayalık zeminlerde hasarı gösteren eş şiddet dağılımı, haritalarda daha küçük alanlar kapsarken; gevşek zeminlerde hasar eş şiddet dağılımı ise çok daha geniş alanlara yayılır. 17 Ağustos Kocaeli depreminde Adapazarı il merkezinde gevşek zeminler üzerindeki binalarda (Ör: Adnan Menderes Bulvarı), Hasar oranı % 100 iken; bulvarın yakınlarındaki sağlam zeminler (Üstelik kireçtaşı gibi sert kaya değil, Eosen yaşlı kumtaşı-kiltaşı birimleri) üzerindeki binalarda hiçbir hasar yok veya çok azdır. Benzer şekilde, 1995 Dinar depreminde Dinar ilçesi kuzeydoğusundaki kayalık zeminlerde de hasar hiç yok veya çok azken, ovalık kesimdeki gevşek zeminlerde hasar çok korkunç boyutlarda % 90-100 arasında meydana geldiği görülmüştür. Bu durum bütün depremlerde hep aynı şekilde gerçekleşmektedir. Bir başka örnek, 1972 Burdur depreminde, gevşek zeminler üzerine kurulu Yazıköy ve Yarıköy Beldelerinde hasar oranı %90- %100 iken, bu oran sağlam zeminlerde çok düşük olmuştur.

Deprem hasarı, fay yakınında çok şiddetli olacak diye kesin bir kural da yoktur. Sağlam zeminlerdeki kayma hareketi, sismik büyütme yapmadığından üstelik buralardaki hasar genelde daha az olur. Çoğu kez sağlam zeminleri keserek deprem üreten bir fay, buradaki yerleşim alanında hiçbir hasara neden olmazken, bu faydan çok daha uzak sulu ve gevşek zeminlerde daha yüksek tahribatlara neden olmaktadır. Çünkü sağlam kütledeki fayın kayma hareketinden açığa çıkan sismik dalgalar, sert zemin üzerindeki binalara artış olmadan yansır. Bu ise hasarın az olmasında etkendir. 12 Kasım Düzce depreminde benzer olaylar yaşanmıştır. Örneğin Düzce ilçe merkezi, faydan 15-20 km uzakta olmasına rağmen gevşek ve sulu zemin özellikleri dolayısıyla çok fazla bina hasarı yaşamıştır. Bu nedenle yakınında hem diri fayları bulunan ve hem de sulu ve gevşek zeminlere sahip yapılaşma alanlarının tekrar gözden geçirilmesinde fayda vardır.

B. GEVŞEK ZEMİNLER
Malzeme olarak son derece gevşek tutturulmuş, sıkışmamış doğal jeolojik birimler bu gruba girer. Daha genel ve basit bir tanımla belirtmek gerekirse gevşek zeminler, oluşumundan beri üzerinden uzun jeolojik zaman geçmemiş, dolayısıyla henüz sıkılaşmamış ve genellikle birbirlerine gevşek tutturulmuş çimentosuz kil, kum, çakıl depolarından oluşan genç sedimentler ve alüvyonlar için kullanılmaktadır. Gevşek zemine örnek, deniz, göl, akarsu kenarlarındaki kırıntılı sedimentler veya geniş ve düz ovalardaki alüvyonal araziler gösterilebilir. Belirtilen bu arazilerde ayrıca yer altı su seviyesi de yüksek ise bunlar depremsellik açısından yüksek oranda risk taşırlar.

Gevşek zeminler, iç yapı özellikleri dolayısıyla deprem şiddetini artırıcı yönde rol oynamaktadırlar. Gevşek zeminlerin bir çoğu, deprem esnasında, depremi oluşturan faydan daha tehlikeli olmakta, can kaybı ve hasar boyutunu birinci derecede belirleyici rol oynamaktadır. Depremlerin bir çoğunda meydana gelen hasar ve can kaybının en önemli sorumlusu alüvyal yani gevşek zeminlerdir. Diğer yandan alüvyal zeminleri kalınlıkların fazla olması da, hasar üzerinde doğrusal bir etki göstermektedir. Yapay ve dolgu zeminler de gevşek zemin özelliği taşıdığından deprem şiddetini 2, 3 misli artırmaktadırlar. Deniz ve nehir kıyılarında özellikle 2-3 bin yıllık genç alüvyal araziler deprem esnasında zemin açısından tehlikeli risk grubuna girer. Kurumuş da olsa dere yatakları zemin olarak en çürük zemin grubuna girer. Eski ve yeni tüm dere yatakları, kurutulmuş ve sulak ve bataklık alanlar, sazlık, dolgu ve heyelan alanları birer gevşek zemin niteliğinde alanlardır. Bunlar diğer sağlam zeminlere oranla çok fazla hasar meydana getirirler. Bunlardan mutlaka kaçınılması gereklidir. Bu tür zeminlerde eskiden yapılmış binalarda ek tedbirler ve temel takviyesi yoluna gidilmelidir. Bataklıklar, turbalıklar, kurumuş göl alanları, dere yatakları deprem şiddetini 2, 3 derece artırmaktadırlar. Kıyı, kumsal alanları ve dere yatakları çevresindeki zeminler, jeolojik anlamda diğerlerine göre daha dayanımsızdırlar. Bunların her bölge için haritalarının çıkartılması lazımdır. Sulu zeminlerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Yer altı su seviyesi yüksek zeminler ile bataklık sazlık alanlar yüksek katlı yerleşim açısından uygun değildir. Çarpık ve düzensiz kentleşmeler çoğu kez hiç imara açılmaması gereken alanların, örneğin akarsu, göl, ve deniz kıyısı gibi alanların kurutularak ve doldurularak islah edilmesine ve buraların yerleşime açılmasına yol açmaktadır. Bu tür alanlar, deprem açısından yüksek risk taşırlar. Deprem üreten bir fay bu tür arazilerden çok uzak olsa bile, buralarda ağır hasarlara neden olmaktadır. Örneğin 1989 Kaliforniya depremi faydan 100 km. uzakta olmasına rağmen bu tür zeminlerde ağır hasar yapmıştır. Benzer hasar 1995 Kobe depreminde de olmuştur. Ülkemizde ise meydana gelen bir çok depremde özellikle gevşek ve iri taneli zeminlerde, binalarda oturma olayları veya farklı yanlara dönme-eğilme gibi olaylar yaşanmaktadır. Bazı depremlerden sonra bir yana çökmüş, bir yana devrilmiş binalardaki hasarların ana nedeni budur. Ülkemizde 1509 Büyük İstanbul depreminden sonra, hasarın çok fazla olduğu deniz kıyı alanlarındaki yumuşak zeminlerde yapılaşmaya uzun süreler yasaklar getirilmiştir. Depremlerde gevşek zeminlerin bina hasarlarını çok artırdığı bilindiği halde her nedense, bu tür zeminler üzerinde yapılaşmalar da olabildiğince hızlı bir şekilde sürmektedir. Bunun nedeni toplumda bu konularla ilgili yeterli bilgi eksikliği ve yerel yönetimlerin uygun tedbirleri önceden yeterince alamamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü, insanlar arasında bu tür zeminlerin hasarı artırdığı bilinci yerleştirilemezse, doğal olarak ev yapacak insan düzlük alanlardaki gevşek zeminleri seçecek, düz ve alüvyon arazi üzerine evini yaptıktan sonra, ev yanına alüvyon toprak üzerinde bahçesini ekecek ve hatta tavukları için de güzelce kümesini yapacaktır. Peki deprem esnasında bu ev ne olacaktır' Onu hiç sorgulamamış veya aklına hiç getirmemiştir. Halbuki tüm depremler bunlarla ilgili ağır can ve mal kayıpları, acı, üzücü ve yürek yakan ağıtlarla doludur. Sonuç olarak depremlerde gevşek ve sulu zeminler, diğer sert zeminlere nazaran daima daha ağır hasarlar üretmektedir. Bunların bazı nedenleri aşağıda kısaca özetlenmiştir.

1. Zemin oturmaları meydana gelebilir. Titreşim etkisi, zemin tanelerini birbirine yaklaştırır, sıkıştırır ve bu sıkışma zeminde farklı oturma olayları geliştirir. Bu ise beklenmeyen deprem zararlarına neden olur.

2. Zemin sıvılaşması oluşur: Suya doygun kum tabakalarında deprem etkisiyle sıvılaşma oluşur. Sıvılaşma olayında deprem oluşturan yerkabuğu hareketleri, yeryüzüne yakın olan kumlu seviyeler içerisindeki kum taneciklerini sıkıştırır ve bunların arasındaki doğal dengeyi bozar. Tanecikler arasındaki boşluklar, sıkışma ile daralır ve sonunda kum taneleri su ile birlikte yüzeye doğru hareket ederek zeminin üst yüzeyinden dışarı doğru çıkmak ister. Bu olaya zemin sıvılaşması adı verilir. Bu olay esnasında zemin kayma direnci hiç olmayan tıpkı bir " su" gibi davranmaya ve sıvılaşmaya başlar. Sıvılaşma olayı genellikle suya doygun olan gevşek kumlu zeminlerde meydana gelir. Sonradan kurutulmuş olan veya ıslah edilerek gölden denizden ve nehirden kazanılan alanlarda da sıvılaşma olayları deprem esnasında sıklıkla yaşanır ve zemindeki kum tanecikleri, su ile birlikte hareket ederek tıpkı sıvı gibi davranır. Böylece sıvılaşma yaşanan arazi üzerindeki yapılar zemin içine gömülür binalarda yan yatmalar, göçmeler ve oturmalar gözlenir. 50-100 km uzaklıkta meydana gelecek olası bir deprem bile bu tür suya doygun kumlu zeminler üzerindeki binalarda yoğun hasarlara neden olabilmektedir.

3. Zeminin şiddetlendirme etkisi vardır. (Amplifikasyon): Zeminde hiçbir göçme gözlenmediği halde zemin özelliğinin, yapıya etkiyen deprem ivmesini ve dolayısıyla hasarı artırdığı görülür. Yani bu tür zeminler, depremin şiddetini artırıcı yönde rol oynayarak ağır hasarlara neden olur.

4. Yamaç ve şevlerde stabilite sorunlarına neden olurlar. Bilindiği üzere kitle hareketlerine neden olan en büyük faktörlerden birisi deprem dalgalarının etkisidir. Bir çok depremden sonra yamaç ve şevlerde kitle hareketleri ve bu zeminler üzerindeki binalarda hasarlar oluşturur.

5. Zeminin rezonans etkisi vardır. Depremlerdeki yer hareketi yapıyı da etkilemekte, yapı da kendine özgü bir şekilde salınım kazanmaktadır. Salınım olayı, zeminin bir gidip gelmesidir. Bu olay belli bir sürede olur. Buna hakim titreşim periyodu veya salınım periyodu adı verilmektedir. Salınım süresi, yapı ve zeminin cinsine, yapı katına, yüksekliğine bağlıdır. Kısaca hangi tür binalar, hangi tür zeminlere hassastır. Bunun cevabı ortaya konmalıdır. Zeminin dinamik davranışı nedir' Zeminin hakim titreşim periyodunun ne olduğu belirlenmelidir. Zeminin sismik dalgaları iletme özellikleri birbirinden farklıdır. Bunlar belirlenmelidir. Binanın hakim titreşim periyodu ile zeminin hakim titreşim periyodunun belirlenmesi çok önemlidir. Çünkü, Zeminle bina aynı titreşim periyodunda hareket ederse o zemin üzerindeki bina yıkılır ve ağır hasar oluşturur.


2. YAPIM HATALARI
Depremlerde yapı hasarları ve buna bağlı can kayıplarının yüksek oranlı yaşanmasının önemli nedenlerinden birisi yapım hataları ve kalitesizliğidir. Tamamına yakını deprem bölgesi olan ülkemizde, deprem yönetmeliklerine uygun yapılaşmanın önemi ortadadır. Hal böyleyken ve deprem yönetmeliklerine uyulması zorunlu iken, depremdeki ağır hasar ve yüksek oranlı can kayıplarının önemli bir bölümü de, yapım hataları, zemin şartlarına uymayan yanlış temel tasarımları, kötü işcilik ve inşaatlarda kullanılan yapı malzemesi hataları ve çürüklüğünden kaynaklanmaktadır. Pek çok betonarme binanın depremlerde enkaz haline gelmesinin nedeni, bu yapıların deprem yönetmeliklerine göre tasarlanıp inşa edilmemiş olmasındandır. Ülkemizde depremlerde meydana gelen can kayıplarının tümü yapıların hasar görüp yıkılmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle depreme dayanıklı yapı üretimi, deprem zararlarını azaltmada önemli olmaktadır. Özellikle 1.derece deprem bölgeleri ve gevşek-sulu zeminlerde depreme dayanıklı yapı tasarımı ve uygun temel tasarımı, deprem hasarlarının azaltılmasında çok önemlidir. Ancak böyle bir inşaatın maliyeti de astronomik rakamlara ulaşabilmektedir. Bu tür çok problemli zeminlere mecbur kalmadıkça yüksek maliyetli konutlar yapmak yerine, sağlam ve sert zeminler üzerine konutlarımızın yapılması daha ekonomik ve uygun olacaktır. Depreme dayanıklı yapı tasarımında ilgili bölgenin deprem yönetmeliği titizlikle uygulanmalı, binalarda özellikle taşıyıcı sistemlerde kullanılan beton kalitesi ve dayanımının yüksek olması sağlanmalıdır. Ayrıca, deprem hesabının doğru yapılması ve eksiksiz uygulanması, demir ve etriyelerin durumu, depreme dayanıklı betonarme ve çelik yapı tasarımı, depremsellik riski, duvar malzemesi, kalınlığı, basınç dayanımı ve uygun temel tasarımları üzerinde ayrıntılı ve titizlikle durulması gerekli önemli unsurlar arasında bulunur.

Deprem bölgelerinde binaların yapım kaliteleri kadar, diğer bazı özelliklere de dikkat etmek gerekmektedir. Örneğin farklı yüksekliklerdeki binalar birbirlerine bitişik değil ayrı ayrı yapılmalı ve birbirlerine değmemelidir. Çünkü farklı yüksekliklerde bulunan binaların titreşim periyodları birbirinden farklıdır. Dolayısıyla bu binalar deprem esnasında farklı salınımlar yapar yani biri sağa giderken diğeri sola gidebilir. Bu gidiş gelişte birbirlerine çarpabilirler bu ise binaların birisinin veya her ikisinin de yıkılmasına sebep olabilir. Bu nedenle bitişik nizam binalarda kat seviyeleri ve kat adetleri aynı olmalıdır. 1971 Burdur depremi, 1995 Dinar depremi ve 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 Marmara depremlerinde bitişik nizamda yapılmış kat yükseklikleri farklı ve salınım periyodları farklı çok sayıda binanın bu şekilde birbirlerine çarparak yıkıldığı görülmüştür. Diğer bir özellik ise bölgedeki deprem üreten kaynaktan çıkan gerilme yönlerinin ve sismik dalgaların istikametlerinin bilinerek, kent ve bölge planlamasında, yapıların uzun ve kısa eksenlerinin bu yönlere göre yerleştirilmesi gereklidir. Yapılacak jeolojik etüdlerle deprem bölgelerinde muhtemel diri fayların konumlarına göre, kayma yönleri, gerilme birikim alanları ve deprem sonucu açığa çıkacak en büyük asal kuvvet yönleri, sismik dalgaların titreşim yönleri vb gibi teknik bilgiler rahatlıkla ortaya konabilmektedir. Bu bilgiler ise deprem sarsıntısı esnasında binaların yıkılmaması için şehir bölge plancıları, mimarlar ve inşaat mühendisleri için çok önemli bilgilerdir.

Bir bina ne kadar ağır ise, uğrayacağı zarar da o kadar fazla olur. Yüksek katlı yapılar, gerekli dayanıklı tasarımda yapılmadığı takdirde, diğerlerine oranla daima risk altında bulunur. Bunun aksine depremlerde hafif yapı, sünek yapı, esnek yapı, kaliteli malzeme, iyi ve sağlam zeminlerin deprem hasarları azaltıcı yönde rol oynayacağı unutulmamalıdır. Normal şartlarda bina ve konutlarımız, kendi yüklerinden kaynaklanan düşey bir etki altında bulunur. Taşıyıcı sistem inşa edilmeye başlandığı andan itibaren de, bina bu düşey yükü karşılayacak şekilde tasarlanır. Bir bakıma depremlerde bina yıkılmalarının önemli bir nedeni de, binaların kendi ağırlıklarından kaynaklanan atalet kuvvetleridir. Bina atalet kuvveti ile deprem titreşim hareketi birbirlerini zıt yönlerde etkilemektedir. Çünkü binaların kendi ağırlığı, düşey istikamette gelişirken, deprem sarsıntısı ise çoğu kez binaya yatay etki yapmaktadır. Normal şartlar altında yatay yükler altında kalmayan binalar, deprem esnasında aniden yatay yüklerle karşılaşır ve bu etki binalarımızı zorlamaya, yıkılmaya ve çeşitli hasarlara neden olmaya başlar. Bu etki ilk planda en fazla alt katları zorlayacak şekilde gelişim gösterdiğinden zemin ve alt katlarda kolon ve kirişler sağlam yapılmalıdır. Zemin katlarda yapılan geniş dükkan ve vitrin alanları dolayısıyla, taşıyıcı kolon ve kirişlerde zayıflamaya meydana verilmemelidir. Gevşek ve sulu zeminlerde depreme karşı yeterli emniyetin sağlanabilmesinde, her şeyden önce taşıyıcı sistemin ve temel tasarımının uygun olarak seçilmesi ve buralarda kullanılacak kaliteli malzeme seçiminin iyi yapılması gereklidir.

Konut ve binalarda yapım hataları ve malzeme kalitesizliği diğer mühendislik alanlarını da yakından ilgilendirdiğinden bu konular üzerinde burada durulmayacaktır. Ancak yerbilimleri açısından ülkemizdeki genel yapılaşma tipi-yer ilişkisine bakıldığında birkaç noktanın burada belirtilmesinde yarar bulunmaktadır. Deprem hasarlarında önemli rol oynayan etkenlerin başında yapı tipi ve tarzı gelmektedir. Ülkemizde, yüksek topoğrafik alanlardaki yapı tipleri ile ovalık alanlardaki yapı tiplerinin genel olarak maalesef birbirlerine son derece benzedikleri görülür. Halbuki yüksek alanlardaki zeminler genel olarak üzerinden jeolojik zamanlar geçmiş, suyunu kaybetmiş, sıkılaşmış zeminler kısaca sağlam zeminler olurken; ovalık alanlardaki zeminler ise büyük çoğunlukla (neredeyse tamamına yakını) sıkılaşmamış, kum, kil, çakıl depolarından oluşan gevşek zeminler niteliğindedir. Üstelik bu alanlarda yer altı sularının da yüksek olması, depremsellik açısından daha yüksek risk taşır. Durum böyleyken, ülkemizdeki genel yapı tipi ve yapılaşma tarzının, her iki alan için de (istisnalar hariç) çoğunlukla birbirine benzedikleri görülür. Peki görülür de ne olur' O bölgede oluşacak muhtemel bir deprem sırasında, aynı mimari plan ve projedeki binalardan sağlam zemin üzerinde olanlara hiçbir şey olmaz veya yıkılmazken; diğerleri ise yerle bir olur. Peki bu durum neden olmaktadır' Elbetteki bunun önemli nedenlerinden birisi, kent ve bölge planlamasında veya inşaat yapımı öncesinde, jeoloji mühendislerinin vereceği konutların üzerine oturacağı arazinin kullanım potansiyeli ve bu potansiyeli tehdit eden jeolojik risk faktörlerinin yeterince göz önüne alınmamasından kaynaklanır. Zemin etüdlerinin sadece parsel bazında yapılmasının depremlerdeki bina hasarlarını önleyemediği ortadadır. Bina ve yerleşim alanlarının üzerine oturacağı geniş arazinin ortamsal özelliklerinin (jeolojik, tektonik, jeoteknik, hidrojeolojik vb.) iyi bilinmesine ve bunların yerleşim açısından bölgesel olarak iyi yorumlanmasına ihtiyaç vardır. Bu yorumu ise ancak yerbilimleri uzmanları yapabilir. Diğer ikinci faktör ise insanlarımıza şimdiye kadar, zemin-bina ilişkisi konusunda yeterince bazı ön teknik bilgiler verilememiş, bunun önemi anlatılamamıştır. Dolayısıyla insanlarımız da geleneksel olarak, çevrelerinde gördükleri, görünüşü, mimarisi, cephesi, balkonu, vb. çok güzel ve gösterişli olan binaların mimari projelerini aynen kendileri de için de uygulamak-uygulatmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Halbuki, her hangi bir binanın mimari projesi, belki ilk çizildiği alan için uygun olabilir, ama çoğu kez değiştirilmeden kopyası aktarılan alandaki jeolojik zemine hiç uygun olmamaktadır. Özellikle gevşek zeminlerdeki temel tasarımının, depremlerin dinamik yükü esnasında üst yapıya hasar verdirmeyecek bir şekilde projelendirilmesi gereklidir.

Yazarın Notu: Bu yazı ülkemizin dünyanın önemli deprem kuşağı üzerinde bulunması dolayısıyla, muhtemel depremlere karşı deprem zararlarının azaltılması konusunda insanlarımıza gerekli bazı teknik bilgilerin verilebilmesi amacıyla hazırlanmıştır.

Prof. Dr. M. Erkan KARAMAN

Hiç yorum yok: