28 Mart 2007 Çarşamba

Deniz kumunun inşaatlar da kullanımı

KUMDA KALİTE UNSURU VE DENİZ KUMUNUN İNŞAATLARDA KULLANIMl İLE İLGİLİ ÖNERİLER

Ayhan Paksoy: Değerli konuklarımız, ikinci oturumumuzun başkanlığını, sayın Rıdvan Kartal yapacaktır. Sayın Kartal, 1946 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra, İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı bölümüne katılan Kartal,1974 yılında baroya kayıt oldu.l 975-1980 yılları arasında Koç Topluluğu'na katıldı.l 980 yılında kumculuğa başladı. Ardından, İstanbul Kumcular Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. Şu anda Deniz Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi olan Kartal, aynı zamanda, pek çok dernek ve kuruluşa üyeliğini sürdürmekte. Oturum başkanlığı için, sayın başkanı davet ediyorum. Teşekkür ediyorum.

Rıdvan Kartal: Değerli konuklarımız, saygıdeğer katılımcılar, I. Uluslararası Deniz Kumu Platformu ikinci oturumuna başlamış bulunuyoruz. Bildiğiniz gibi toplantımızın ilk oturumunda, özellikle coğrafi açıdan ülkemizle büyük benzerlik gösteren İngilteré nin deniz kumculuğu sistemini ve genel boyutları ile deniz kumculuğunun çevresel etkilerini irdeledik.

İkinci oturumumuz ise, "Kumda Kalite Unsuru ve Deniz Kumunun İnşaatlardaki Kullanımı ve Öneriler' başlığını taşıyor. Bu oturumda, değerli bilim adamlarımızın kaliteli kum tanımı, deniz kumunun yapısı ve kullanımı, ülke ekonomisi üzerindeki etkisine ilişkin görüşleri ile bu işi meslek edinmiş olan bizlerin değerlendirme ve önerilerine yer vereceğiz. Tüm bu konuları işlerken de özellikle, İstanbul'daki sistemi ele alacağız, çünkü ülkemizdeki deniz kumculuğunun % 90'ı İstanbul'da yapılmakta.

Normal şartlar altında, gelişen teknoloji ile parale) olarak sadece İstanbul'da, yıllık, ortalama 10 milyon ton kumun üretilmesi ve kullanılması gerektiğini düşündüğümüzde, kum üretiminin ciddi bir endüstri kolu olduğunu kabul etmemiz lazım. Aslında yaşantımızın görünmeyen bir parçası olan ve özellikle yapılaşmanın temel taşlarından olan kumu, her yönü ile en ideal şekilde kullanılır hale getirmek zorundayız. En ideal kullanım şeklini düşünürken de İstanbul'un coğrafik ve jeolojik yapısına en uygun olan, üretim aşamasında ülke ekonomimize ve istihdama destek veren, kalitesi ve güvenilirliği bilim adamları tarafından ispadanmış, ekonomik olması için en fazla 70-100 mil arasındaki mesafelerden üretilen ve doğaya ve dolayısıylada insana en az zarar veren yöntemle üretilen kumu tercih etmek zorundayız.

Bizler, deniz kumunun, bu özellikleri taşıdığını ve İstanbul için vygun bir kum tipi olduğunu düşünüyoruz. Şimdi, bu konuyla ilgili düşünceleri ve tebliğlerini almak üzere, her biri konusunda uzman olan konuşmacılarımızı davet etmek istiyorum. Öğleden sonraki platformumuzun iki bölümü var: Birinci bölümde, üç değerli konuşmacı, tebliğlerini sizlere takdim edecekler. Takriben 20 dakikalık bir kahve arası vereceğiz, daha sonra da kumu meslek edinen arkadaşlarımız ve kooperatif yetkilileri, sizlere bu konudaki gelişmeleri anlatacaklar.

Bu ilk bölümde, ilk konuşmayı, "Beton Agreqası Olarak Kum' sunumu ile İTÜ İnşaat Fakültesi Yapı Malzemeleri öğretim görevlisi sayın Prof. Dr. Mehmet Ali Taşdemir yapacaklardır. İkinci konuşmacımız, "İnşaat Sektörü Açısından Türkiye Sahil Kumlarına Bir Bakış' sunumu ile İstanbu) Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü Başkani sayın Prof. Dr. Bedri İpekoğlu. Üçüncü konuşmacımız, İnşaat Yüksek Mühendisi ve Türkiye Hazır Betoncular Birliği Yönetim Kurulu Üyesi, sayın Cüneyt Ertuğrul. Sayın Ertuğrul'un da "Betonda Kalite ve Hazır Beton Sanayünin Deniz Kumu Tercihi" konusunda sunumu olacak.

Şimdi efendim... ilk tebliği sunacak Prof. Dr. Mehmet Ali Taşdemir e sözü bırakmadan önce müsaadelerinizle kendisini sizlere detaylı olarak tanıtmak istiyorum. Sayın Taşdemir, İTÜ İnşaat Fakültesi'nden 1973 yılında mezun oldu. Bir yıl serbest çalıştı.1974 yılında, aynı fakültenin Yapı Malzemesi kürsüsüne asistan olarak atandı.1982 yılında doktorasını tamamladı.1986-1988 yılları arasında 2 yı) süre ile ABD'de Northwestern Üniversitesi'nde araştırmalar yaptı. 1990 yılında, İTÜ'de doçent, 1996'da profesör oldu. 1994 yılında, Almanyá nın Deinstadt Üniversitesi'nde konuk araştırmacı olarak 3 ay süre çalıştı.l 993 yılında üç ay süre ile Deroyal Society TÜBİTAK bursu ile Galler Üniversitesi'nde, araştırmacı olarak çalıştı. Aynı üniversitenin davedisi olarak 95-97 yılları arasında, iki veya üçer aylık sürelerle konuk akademisyen olarak arastırmalar yaptı. Prof. Dr. Taşdemir'in "betonun kırılma mekaniği, betonun kısa süreli inelastik davranışı, hafif betonlar, yüksek dayanımlı betonlar, mikroyapısal özellikler ile mekanik davranışlar arasındaki ilişkiler, malzeme maddelemesi" konularında, büyük bölümü uluslararası olmak üzere, çok sayıda yayını vardır. Evli ve iki çocuk babası olan Prof. Taşdemir, İTÜ İnşaat Fakültesi'nde öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir. Buyurun sayın Taşdemir.

Beton Agregası Olarak Kum

Mehmet Ali Taşdemir: Şimdi, aslında, Marmara depremi dolayısıyla buradayız. Açıkçası depremden önce burada kum konusu tartışılmış olsaydı, bu kadar topluluğu bulacağımızı ben, zannetmiyorum, yani defalarca bu tip toplantılar yapıldı ama sayısı 30-40'ı geçmeyen topluluklar vardı. Böyle seçkin bir topluluğun önünde ben, soruna sadece deniz kumu açısından bakmak istemiyorum. Ve deniz kumunu değerlendirirken betonun içerisinde değerlendirmek istıyorum.

Burada bazı gerçekleri, özellikle dile getirmek istiyorum. Bir defa neden böyle bir duruma geldik2 Resmi açıklamalara göre, geçenlerde sayın bakanın bir konuşmasına dayanarak söylüyorum: 245 bin ev ve konut oturulamaz durumda,134 bin aile evsiz,141 bin kişi işsiz kaldı. Sadece bununla kalmadı 44 bin yaralı, 20 bin ölü var. Yani bu, çok büyük bir depremdir. Pekiyi, bu büyük bilançonun sebebi neydi?

Medyada, halkımızın bilinç düzeyi doğrultusunda, bazı konular çok fazla ön plana çıktı, bazı konular maalesef ihmal edildi. Yani şu ana kadar yerbilimciler tarafından bu deprem ve fay hareketleri yeteri kadar tartışıldı. Hatta bence gereğinden fazla konuşuldu. Ve çok da spekülasyon yapıldı. Ama üst yapı yeterince konuşulmadı. Çünkü bunların medyatik bir tarafı yoktu, çünkü bunlar gözle görülebilen, hesabı kitabı olan, varsayımlara dayanmayan ve çok net, belli olan şeylerdir, belli yasaları vardır. Yani konut yapımı, bugünün dünün işi değildir. Binlerce yıldır yaşayan binalar vardır. Doloyısıyla bunların iyi değerlendirilmesi lazım.

Burada, "deniz kumu çok iyidir" densin isteniyorsa, üç kelimeyle de söylenilir, ama yeterli değildir. Doğru mesajlar verilmelidir. "Ne yapıldı, ne yapılmadı, nelerin yapılması lazım?", bunları önermeye çalışacağım.

Taze betonda agrega önemlidir. Konuşmanın ağırlık noktası agrega, ama bazı konuları da söylemeden geçemeyece

ğim. Mesela taze betonun işlenebilir olması lazım. sıcaklığı kontrol edilebilmeli, agreganın en büyük boyutu, donatı durumuna uygun olmalıdır. Bunlar çoğunlukla yapılmaz ve agreganın donatı durumuna uygunluğu bir yana, granülometresine bile dikkat edilmez. Oysa beton bir bilgidir, rastgele üretim değildir. Beton; çimento, su ve kumu bir araya getirerek herkesin yapabileceqi bir şey değildir. Konuya böyle baktığımız için bu hale geldik, bunu açıkça kabul etmek lazım.

Ve tabii bu bilinçte olduğumuzdan, konu ile ilgisi olmadığı halde "deniz kumu kötüdür' dendiği için, deniz kumu üreticileri de telaşlandılar, bu toplantıyı yaptılar. Şimdi burada biz, mühendis, mimar olarak bir kere dayanımı, mukavemeti, durabiliteyi, ekonomiyi, fonksiyon ve estetiği birleştirmek durumundayız. Bu, geçici bir dayanıklılık değildir. Betonun, servis yükü altında bulunduğu süre içinde, dayanımın da, uzun süreli dayanıklılığın da gerçekleşmesi lazım. Ayrıca deniz suyuna, yüksek sıcaklığa dayanıklılık, aşınmaya dayanıklılık diğer ayrıntılardır, ama bizim sertleşmiş betondan beklediğimiz bir takım özeliikler vardır. Mesela projede ön görülen dayanımın sağlanması gerekir. Dış etkilere, temas edeceği kimyasallara dayanması gerekir ve donma-çözülme, ıslanma-kuruma etkilerine de dayanmalıdır. Çimento ile agreganın kimyasal etkilerden etkilenmemesi, yani çimentonun hacim sabitliğinin değişmemesi lazımdır. Kum içinde hayvan kabukları varsa, bu kum elenmemişse ve kumdan başka malzeme yoksa, o betona beton demek doğru değildir herhalde. Medyaya o beyanatı verenler, sanıyorum bunu söylemeye çalıştılar. Yani "sadece deniz kumundan yapılmıştır' diye , ama bu, medyada, "deniz kumundan yapıldığı için bu betonlar kötü sonuçlar verdi" diye açıklandı.

Şimdi burada, değerli konuklar var, özellikle İngilteré den. Sanıyorum diğer ülkelerden de var. Beton sınıfları,14'ten 50'ye kadar standartlara bölünmüştür Beton sınıfı 14 deyince, silindir basınç dayanımı,160 kg/cm olan beton anlaşılır ki bu, en düşük dayanım kuvvetidir. Bunun en yükseği 50'dir. Aslında bizim Türk Standartları'nda da mesela TS 500 ile TS 11222 arasında, büyük farklar vardır. Depremin yaşandığı bölgede üretilen betonların mukavemetleri düşüktür. Neden düşüktür? Bunu, getirip sadece çimento, agrega veya demire bağlamak doğru değildir. Burada bir denetimsizlik var, bir sistemsizlik var, özellikle vurgulamak isterim.

Şimdi siz, yüksek mukavemetli beton yaptığınız zaman bunun 3 felsefesi var: Bunların bir tanesi şehir kalabalık, arsa pahalı, dikey yön üzerinde yükselmek isterseniz beton mukavemetini yükseltirsiniz, birinci nedeni budur, yani New york, Los Angeles, Chicagó da yapılan budur. Kuzey Denizi'nden petrol çıkarmak istiyorsanız orada, durabilite ve mukavemet önem kazanır. Onun için beton mukavemetini yükseltirsiniz veya kalıp alma süresini, İngilìz konuklar bìlir, kısaltmak için daha üst sınıftan beton seçmek durumundayız. Ama bizde beton alıcısı hem düşük mukavemetli beton ister, ucuz olsun diye, hem de kalıbı erken alır. Yani burada problem bir tane değil, özellikle bunu vurgulamak istiyorum. Bu sınıflara ne kadar riayet ettik zaten hepsi ortada! Şu anda deprem bölgesi bir laboratuvar. Gidin bakın herşeyi anlarsınız. Onun için burada fazla konuşmaya da gerek yok, ama ben şöyle söylemek istiyorum, biz bütün bu bölgedeki binaları, üniversitemizin bize sağladığı araçla, Hazır Beton Birliği'nin desteğiyle dolaştık, örnekler aldık. O halde, buradaki betonun performansı neydi? Isterseniz basitleştirerek bir-iki tane daha deney sonucu vermek istiyorum: Mesela Bağcılar'a bakalım; Bağcılar da betonların mukavemetleri ortalama 7,8 mega paskal. Bu sınıf beton yok aslında. Biraz önce bahsettiğimiz en düşük beton sınıfı 14. Bakın Avcılar'da ortalama 7,7. Adapazarı'nda -ki Adapazarı'ndaki durumu biliyorsunuz, beton değil zemin sorun burada- incelenen bir yapı, 5 katlı binayı taşıyacak durumda değil. O zemin, o binayı taşıyamıyor. Şimdi diğer bölgelerden alınan beton örneklerine de bakalım; sadece üniversitedeki durumda beton taşıyıcıdır. Orada da başka sorunlar vardır, yapısal bir sürü sorun vardır. Dolayısıyla bunun dışında 8 bölgeden alınan hiçbir beton taşıyıcı değildir.

Aşağı yukarı, son depremlerin özetini verecek olursak, yani bu Dinar depremi, Erzincan, Adana, Marmara depremi, henüz daha Düzce depremini incelemedik ama o da Marmara depremi içinde sayılabilir, bu depremin yaşandığı bölgelerde basınç dayanımı 10'un altında olan betonlarla inşa edilen binalar ağır,14'ün altındakilerse orta hasar gördü, yani yine hasar gördü. Bize göre 14 sınıfı da durabilite bakımından uygun değil. Diyeceğim o ki, hedefimiz, beton sınıfı BS 20'yi yaygınlaştırmak olmalı. Beton sınıfı 25'in altında, Avrupa Birliği ne üye hiçbir ülke yok. Üstelik deprem bölgesinde olduğumuz halde BS 14'ü, hatta 14 alhnda betonu sadece biz yapıyoruz.

Bakın, burada inşaat mühendisleri arasında bir anket yapsanız veya halkımıza sorsanız "nedir beton mukavemeti?" diye, derler ki "içindeki çimento veya -medyadan öğrenmişler- kumun deniz kumu olması" yani toplum bu kadar bilir, daha başka bir şey bilmez. Şimdi ben toplumu suçlamak istemiyorum. Bunda hepimizin kabahati var aslında. Biz uzmanlar, bildiklerimizi, sınırlı bir kitleye -ki öğrencilerimizdi bunlar- anlatabildik, fazlası için kendimizi zorlamadık.

O halde yetiştirdiklerimiz? Onlar da kullanılmadılar. Yani bu inşaatların kaçında inşaat mühendisi kullanıldı? Bunların kaç tanesi projeye uygun yapıldı? Bunların kaç tanesinde teknik eleman vardı? Bunlara kimler müsaade etti? Bütün bunların hepsinin sorgulanması lazım. Deniz kumuna gelince, bu çok yapay bir sorun ve bunu tartışmak çok gereksiz bir sey! Eğer sadece bunun için toplandıysak ben bunu, boşa harcanmış bir vakit olarak görürüm. Kumla ilgili TS 706 var, orada kumun standardı bellidir. Yani kumun nasıl olacağı tanımlanmış, spesifikasyonları ortada; bunların deneyleri için de tam 12 tane standart var. 98'de yapılan deprem yönetmeliği, dünyanın sayılı yönetmeliklerinin en mükemmel olanlarından biri, ama kağıt üstünde. Yani sistem olmayınca, uygulama gerçekleşmeyince... Burada, hepimiz sorumluluk taşıyoruz.

Önemli olan bir diğer konu da çimento oranıdır. Dünyanın en kaliteli çimentosunu kullanın, mukavemeti 63,5'tur. Bunun üstünde çimento üretilmiyor dünyada. En iyi su/çimento oranı 40'ta iken beton mukavemeti 65 olur, ama siz aynı çimento ile bilinçsiz beton üretirseniz 20'ye de inebilirsiniz. Ne kadar su kullanıldığını kim biliyor? Ben yüzlerce yapı yapmış yap-satçı tanırım; suyun betonun mukavemetini düşürdüğünü bilmez, yani bu oldukça ilginçtir. Konu kum oluğuna göre kumun yerini doğru belirtmemiz gerekir

Bir yapıda ne aşamalar var, yapı tasarımında seçilecek uygun yer, vs konuları da son derece önemlidir. Jeoloji diyorsa Petkim'i buraya kurmayın, Tüpraş'ı kurmayın, başka bir yer ararsınız. Yer seçimi önemli. Pekiyi zemin etüdü ve sistem seçimi? Bakın 'her birisi birer laboratuvar' dediğim bütün o yapıların zemin etüdü çoğunlukla yok ve sistem seçimi de tamamen yanlış. Projelendirme? Proje de yok. Tamamen projelendirmeye aykırı bir düzen göze çarpıyor. Proje, kalfanın, işçinin anlayabileceği şekilde detaylandırılmamış. Sonra, malzeme seçiminde denetleme yok. Agregada bütün bu standartlar varken, bütün herşey belli iken bu ülkede, bunlar niçin tartışılıyor "şu agrega iyidir şu kötüdür, yapı bundan yıkıldı" diye. Gayet basit, anlamsız bir sonuç çıkarılıyor. Yani bunu anlamak mümkün değil! Malzeme hakkında herhangi bir bilgi yoksa hangi malzemenin seçilip seçilmeyeceği de bilinemez. Kullanılan malzemelerde kalite denetimi, betonda su/çimento oranı, minimum çimento dozajı,.. bunlara riayet edilmez.

Gelelim inşaat sürecine; işte en can alıcı noktası burasıdır. Bizim ülkemizde mühendis olsa da sistemsizlik nedeni ile bir kalite denetimi yok, ama mühendisin elinin altında adam da yok, aslında en mühim şey bu! Yani bizim teknisyenimiz, kalfamız, iyi eğitimli insanımız yok. Montajı yapacak insanı bulmak zor. Bunların bir araya geldiği "tasarımla uyumlu bir yapı üretim teknolojisi" de yok doğal olarak. Ciddi birkaç firma dışında aslında iyi üretim yapılmamakta. Etriye boyları yetersiz. Yumuşak katlar var ve filiz boyları yetersiz. Özede, bir sürü yapısal sorun var. Yani kumun türüne gelinceye kadar neler var, neler!

Bakım ve onarım süreci ülkemizde yoktur. Bina bitmişse herşey tamamdır. Bakım ve onarım yapılmaz. Oysa bu bir entegre sistemdir. Yani bakım ve onarım da binanın projesinin bir parçasıdır. Uygar ülkelerde, İngiltere, Amerika'da bu böyledir. Yapı ayakta olduğu sürece, proje devam ediyor demektir.

Bunları isterseniz bir özetleyelim, deprem bölgesine hangi inşaat mühendisi arkadaş giderse, zemin etüdünün yapılmadığını, uygun temel seçilmediğini, deprem hesabını da içeren statik projenin bulunmadığını ya da yeterli olmadığını görecektir. Zaten projenin değiştirilerek uygulanması bir gelenektir. Türkiye'de, "proje dursun, ben kafamdan istediğimi yaparım" mantığı egemendir, bunu vurgulamak lazımdır. Burada yumuşak kat uygulaması da çok tipiktir. Hatta kolonların sayısı görüntü bozulmasın diye azaltılmıştır. Oysa kısa kolon, yapısal sorunlar oluşturur.

Projede belirtilen nitelikte beton kullanılmamasından bahsettik, ama burada bir nokta daha var; çelik. Kuma sıra gelinceye kadar neler var neler. Bizim laboratuvar ülkenin en eski, en köklü laboratuvarlarından birisi ve çok sayıda çelik çubuk gelir bize. Betonarme çelik çubukları incelenir. İnceleme sonuçlarına göre inşaatlarda kullanılan çeliklerin % 30'u, minimum iyimser bir yüzdeyle de % 25'i standart dışı. Buna, özellikle dikkat çekmek lazım. Çünkü bu, fazla medyatik bir konu değil. Fay hareketlerinden bahsetsek, bütün medya burada olurdu. Ertesi gün her yer alt üst olurdu. Bu ise çok mütevazi bir konu ve bunu hiç kimse duymaz.

Çelik donatının doğru çapta, sayıda ve şekilde yerleştirilmemesi, pas payının bırakılmaması da göze çarpan diğer eksiklerden birkaçı. Bu, çelíğin korozyona terk edilmesi demektir. Bırakın filiz boylarının yeterli olmaması, etriyelerin yerleştirilmemesini işçilikte hatalar var. İş merkezi yapılıyor, dikkat edin trilyonluk yatırım yapılıyor, ben tanık oldum, vibratör yok, beton vibrasyonsuz. Deprem Yönetmeliği der ki "betoniyersiz, vibratörsüz beton üretimi yapılamaz'.

Ama vibratörsüz beton üretimi yaygındır. Belediyeler diyor ki betonculara, "vibrasyonu da siz yapacaksınız'. Hazır betoncu müteahhit mi, beton üreticisi mi? Böyle yönetim olamaz.

Ben, deprem bölgesinden bir kaç örnek üzerinde durmak istiyorum. Mesela bir kolon-kiriş bileşiminde, kolon-kiriş bileşim noktasında, etriye aralıkları, beton kalitesinin oldukça kötü olduğu saptandı. Bunlar çok yaygın. Bunlardan bir tanesinde ise, kolon-kiriş bileşimlerinde yetersiz etriyelerin sıklaştırılması, tabii beton kalitesi kötü ve diğer bir şey de yumuşak kat kullanımı şeklinde göze çarpmıştır. Bir kolon-kiriş bileşiminde, tipik kısa kolan, yani giriş kısmında kolonun kısa kalan boyu nedeniyle büyük bir zorlanma olmuş. Dolayısıyla tipik, kısa kolon kırılması da göze çarpıyor deprem bölgelerinde. Arşivden aldığımız resimlerde doğrvdan gördüğümüz bir şey de filiz boyu yetersizliği. Filiz boyları, çoğu inşaatlarda, çapın 3-4 katıdır. Oysa 60-70 katı olmalı donatı çapının. Yani yeteri kadar filiz boyu olması lazım. Bunlara, tabii, kesinlikle riayet edilmedi.

Betonarme yapıda, taşıyıcı çeliktir. İşte bu noktada özellikle aderans, yapışma mukavemeti önemli rol oynar. Özellikle çimento hamuru ile agrega, betonla demir arasında birlikte çalışma ve su/çimento oranı çok yüksekse minimum çimento dozajına riayet edilmez. Zaten granülometreye de dikkat edilmiyor. Boşluklar oluşuyor. O boşlukları doldurmak için ne miktar çimento koymak lazım, bu bir tasarım sorunudur, iyi yerleşme ister.

Şimdi gelelim granülometre eğrilerine: Bizim bu konuda kullandığımız standartlar, Avrupa ülkelerininkiyle aynı. Gümrük Birliği'ne girdiğimizden beri Avrupa Standartları'nı kullanıyoruz. Niçin ideal granülometre kullanıyoruz? Çünkü çimentoyu olabildiği kadar ekonomik kullanmalıyız. Çimentonun bir görevi de bu agregaların arasındaki boşlukları doldurmaktır. Yani siz hepsini kumdan yaparsanız o kumların etrafını sarmak için yeteri kadar bağlayıcı bulabilir misiniz? Bütün problem, bütün kritik nokta budur. Dolayısıyla medyanın ifadesi, "uzmanların verdiği bilgiye göre bu betonlar, yalnızca kumdan yapılmış. Yeterli agrega ve çimento kullanılmadığı gibi, fazla su kullanılmış. böylece beton mukavemeti düşmüş ve bu yıkımlar meydana gelmiştir." şeklinde olmalıydı. Sanıyorum belki verilmesi gereken mesaj buydu, ama medya dedi ki "binalar, deniz kumu kullanıldığı için yıkıldı". Toplum, bunu bir bilgi olarak kabul etti ve ilginçtir sanıyorum milyonlar da inandı. Bunu ilgi ve ibretle izledik. Yani bunu duyurmak ve bu tezi çürütmek o kadar kolay değil. İsterseniz bunun gibi 20 tane daha toplantı yapın, bu biraz zor.

Demek ki burada yapılması gereken bir şey var: Birlik olacaksınız, mesleki gerekleri yerine getireceksiniz. Diyorsunuz ki "bunları kaçak kumcular yaptı, biz yapmadık". O halde adınızı kirletenlere engel olup "çakıl" diye elenmiş hayvan kabuğu satmalarına ve bunların inşaatlarda kullanılmasına engel olacaksınız. Güçlüsünüz. Deyin ki "üyemiz olmayan, denetimi olmayan, kum satamaz'. Hazır Beton Birliği ile işbirliği yapıp deyin ki "elle beton yasaklansın, çünkü denetimsizdir'. Bunların yapılması şarttır. Yani siz, birlik olacaksınız, normlara uyacaksınız, uyduğunuzu kanıtlayacaksınız. Uymayanları engelleyemiyorsanız siz de görevinizi yapmıyorsunuz demektir. Bundan sonra konuşacaklarımız, teferruattan ibaret.

Bu arada, bir-iki noktayı eklemek istiyorum. Özellikle Avcılar'dan alınan betonlarda bazı örnekler, mukavemeti düşük olduğu için hafif darbelerle, elle bile parçalanabilir durumdaydılar. Tamamen kumdan yapılmışlardı. Yani burada ne yeterli çimento dozajı vardı, ne de suyun kontrolü vardı. Su/çimento oranı, betonun içindeki boşluk miktarını belirleyen en önemli parametredir. Bu dünyanın her yerirıde bilinen bir gerçeldir. Bunu bizim de bilmemiz lazım. Ama sadece iri agrega ile de beton yapılamaz. Çünkü o zaman bu beton da yine boşluklu bir malzeme olur. Bu gibi bilgilerimiz olmadığı, bilgiye yeterince önem verilmediği için, senaryolora spekülasyonlara açık bir toplumuz. Bu bir bilgidir. Çimento, su ile kum rastgele birleşemez, bir araya getirilip beton olmaz. Bilgi ile yaşamak durumundayız. Beton nasıl dizayn edilecek? Yani bu çok basit bir şey! İşte bu noktada, granülometreye riayet edilmesinin gerekliliğini özellikle belirtmek lazımdır.

Kumun orijinini bırakalım bir kenara! Agregayı, üretim sahalarından alarak uygunluk testlerini yapacaksınız. Kalite kontrolden geçmiş ise o kum, santrale girebilir, yoksa giremez. Aldığımız kum örneklerini, TSE standartlarına göre test edip bu değerleri kaydederek, beton da, su da dahil bütün analizler yapılmalıdır. Kullanılan çimento ile ilgili her türlü kimyasal ve fiziksel analizler yapılıp kaydedilmeli, elde edilen değerler, ilgili TSE değerleri ile karşılaştırıldıktan sonra beton karışım hesaplarına geçilmelidir. Üretilen betonlarda, devamlı denetim yapılmalı ve şantiyelerden alınan beton numuneleri üzerinde, gerekli standart deneyler uygulanmalıdır.

Şimdi, deniz kumunun bir takım özelliklerinden, özellikle basınç mukavemeti ve dayanıklılıkla ilgili yaptığmız bir araştırmadan bahsedeyim. Bu araştırmada, basınç ve eğilme deneyleri yapıldı. Deniz kumu ile kırma taş kumunu karşılaştırdığımız bu deneylerde gördük ki, don bakımından, yıkanmamış kum, kötü sonuç veriyor. Deniz kumu, standarda uygunsa gayet iyi bir kumdur ve bunun yerini kırma taş kumu ya da taş tozu alamaz. Eğilme dayanımı ile ilgili olarak yapılan deneyde de gördük ki eğilme dayanımlarında öıellikle dona karşı çok büyük bir hasar oluyor. Çünkü önemli olan, çimento hamuru ile agrega arasındaki ara yüzeyin davranışıdır. Betonda en önemli nokta, interface dediğimiz ara yüzeydir. Yüzey zayıfladığında beton, bundan çok kötü etkilenir. Buna dikkat etmek lazım. Hiçbir zaman telaşlanmayın, yalnız gerekenleri yapın, deniz kumunun yerini başka bir şey tutmaz. Yani kumu arındıracaksınız. Kumun içinden canlı midyeler çıkıyor. Bunları önleyeceksiniz. Kumun içinden koca koca taşlar çıkıyor, pompayı tıkıyor. Bunu engelleyeceksiniz. Bütün sorun burada açıkçası!

Başka bir önemli nokta da durabilite. Bu, bilinmeyen bir şey. Ama, İstanbul, betonun durabilitesi ile sallandı. Bakın size, yakın zamanda olan bir anımı anlatayım. Şubat ayında, Büyükşehir Belediyesi, kent alt yapısı ile ilgili bir sempozyum düzenledi. Dendi ki "siz de betondan bahsedin, çünkü betondan borular üretiliyor' vs. "biz, arkadaşlarla organize olalım. 4 tane bildiri sunalım" dedim. Ve programa dahíl edildik. Bildiride, kimsenin bilmediği bu durabiliteden de bahsediyorduk. Herkesi bir tarafa bırakalım, 30 ilçe, 30 belediye başkanı var. Sadece onlar gelse... Ama inanır mısınız, hiç kimse gelmedi. Ve biz, dört profesör, bir doçent, çantalarımızı topladık gittik. Bu durabilite ile ilgili bildiri, "beton dergisi"nde de yayınlandı. Yani betonun durabilitesi konusunu, biz, depremden önce de ele almıştık. Yani demeye çalışıyorum ki betonun durabilitesine ne halkımız ne de devlet önem vermedi. Çünkü kimse felaketi, şimdiki gibi yakınında hissetmiyordu. Biz zaten, beton sınıfı 25'in altıyla uğraşmayız ve 25'in altında, durabiliteden bahsetmek mümkün değil. Hazır Betoncular rahatsız ise demelidirler ki "beton sınıfı 25'in altında beton olmaz". Siz de kaliteli kum kullanılmasını ve kendinizi hak ettiğiniz yerde görmek istiyorsanız kurallara uymayanları cezalandırın.

Deprem bölgesinde, donatının korozyon, yani çeliğin paslanması olayını da gözlemledik. Öyleyse korozyona karşı, geçirimsiz bir beton yapmak lazım. Beton yüzeyine koruyucu malzeme süreceksiniz, koruyııcu bir malzeme ile çelik kaplanacak, sonra korozyon önleyici kimyasal maddeler kullanacaksınız, katotik koruma yapacaksınız. Bunların hepsi yapılacak şeyler ama, birincisi yapılır ve en doğrusudur. Betonun üzerinde yeterli pas payı yoksa beton, geçirimli olur. Bakın beton geçirimli ise dışarıdan ne kadar zararlı iyonlu maddeler varsa hepsi betonun içine geçer.

Betonun geçirimliliği ile durabilite birbiri ile yakından ilgilidir. Beton geçirimli ise durabilitesi zayıftır. Bakın betonun durabilitesi, basınçlı su geçirimliliği, kılcal su emme ve buhar geçirimliliğine karşı kesinlikle geçirimsiz bir beton ve düşük su/çimento oranı ile bakım ve önem göstereceğiz. Bir de temas yüzeyini güçlendireceğiz. Yani doğru agrega, temiz agrega kullanacağız. Öyle çamurlu, kirli agrega kullanmayacağız. Temizlik açısından düşündüğümüzde, düşük oranda organik madde içerdiği için deniz kumunun şansı yüksektir ve bu, bilinen bir şeydir.

Beton hasarları; don etkisi, agrega ve çimento arasındaki ısı ve uyumsuzluk, rötreye karşı duyarlı agreganın kullanılması, plastik rötredir ve ülkemizde bu dördüncüsü, plastik rötre, pek bilinmez, çok ilginçtir. Plastìk rötre, satıh yani yer betonlarında görülür. Birçok mühendis de bunu anlamakta zorluk çeker. Beton hasarının kimyasal-fiziksel nedenleri; betonda çelik donatımının korozyona bağlı çatlaması, alkali-silika reaksiyonudur. Ayrıca hasarın kimyasal nedenleri de var. Mesela klor etkisi. Eğer beton geçirimli bir beton ise, sahilde bir beton ise klor iyonu konsantrasyonu yüksektir ve çeliği paslandırır. Geçirimli ise deniz suyuna karşı dayanıksızdır; asit etkisi, yer altı suyu etkisi, alkali-silika etkisine karşı zayıftır. Kullanılan malzeme, geçirimliliği etkiler. Hazırlama yöntemi, yerleştirilmesi, kullanılan malzemeler geçirimliliği etkiler. Eğer geçirimli ise su geçirimliliği, emme yayılımı ve 02 yayılımları olur. Bu, korozyonu hızlandırır. Süzülme olur. Sonuçta çatlar. Çatladıkça bu iş kolaylaşır. Eğer beton boşluklu ise C02 betonun içerisine kolaylıkla girer. Orada kalsiyum hidroksit ile birleşir kalsiyum karbonat değişir. Ph derecesi 7'ye düşer. Korozyon için ortam hazırdır. Bundan sonra demir, korozyona uğrar ve paslanır. Ben burada şunu belirtmek istiyorum: Marmara depremi hiçbir şeydir. Bunların yaraları çok rahatlıkla sarılabilir. Ama kalitesiz betonun neden olduğu durulabilite sorunu, bizim servetimizin üstünde. Bizim milli gelirimiz bunu karşılayabilecek durumda değil. Yani herkes korozyona karşı bıı yapıları güçlendirmeye çalışsa, bunları tamir etmeye kalksa çok korkunç bir maliyet çıkar. Bakın bugün, depremde, korozyon nedeni ile oluşan zararın hiçbir envanteri belli değil. Bununla ilgili hiçbir envanter yapılmadı. Beledìyeler birşeyler söylüyorlar. Benim de gözlemim % 75-80 korozyon var. Nem de şiddetli bir korozyon var. Bu depremi şaşkınlıkla karşıladı İstanbul'da oturanlar, ama bunlar bilinen gerçeklerdi. Ayrıca bir sürü donma etkisi, geçirimli sülfat etkisi de var. Eğer betonumuz geçirimli ise karbonatlaşma vardır. Bu ise, korozyon nedenidir. Korozyon oldu mu çatlar ve alkali-silika reaksiyonlar olur. Ve bunların hepsi bir döngü sisteminde tekrarlanıp betonu tahrip eder.

Burada söylenmek istenen, geçirimlilìk ve durabilite birbiriyle sıkı bir ilişki içindedir. Bizim ülkemizde yapılmayan budur. Özellikle kılcal geçirimlilik! Bakın betonlarımızı su içinde tutarsanız kopler geçirimlilik, yani suyun yükselmesi hiç önemli değil. Ama bir miktar örterseniz kapolarite belirli bir mertebede kalır. Su miktarıyla oynadığınızda, aşağı yukarı 10 kat kadar değişebiliyor. Yani betonun bakımı ve kürü de önemli. Maalesef bu yapılmaz. TS 706'ya bakarsanız, taş unu da agrega dahilindedir, kumun bir altıdır. Diğer mineral katkılar da olabilir. Yüksek performanslı bir beton yapmak istiyorsanız bir kere yüksek dayanıklı, yüksek dozajlı çimento kullanırsınız. Agreganız iyi olmalı, eğer iyi değilse kaliteli beton yapma olanağınız yoktur. Yani katkı maddesi, agreganın kusurunu düzeltmez. Süper akışkanlaştırıcı kullanırsanız performansı yükselir, bir de durabilite bakımından iyi bir şey yakalarsınız. Dayanımı yüksek olan betona, "yüksek performanslı beton" diyoruz.

Ben biraz sınırımı aştığımı düşünüyorum. Yalnız burada bir noktayı daha belirtmek istiyorum, özellikle bu mineral katkılar ile ilgili: Mineral katkıların çok büyük yararı var. Biliyorsunuz, beton içindeki boşlukları doldurmak için, ince malzemenin yeterli miktarda kullanılması gereklidir. Bu boşluk, mineral katkılarla olduğu gibi agrega ile de doldurulabilir. Yani deniyor ki "beton, kumdan yapılmaz". Beton kumdan yapılır, fakat usulüne uygun yapılır. Büyük sanayi bölgelerinde, siz endüstriyel atıkları depolamak istiyorsunuz, stratejik malzemeleri, nükleer malzemeleri muhafaza etmek istiyorsunuz. Bunun için çok yüksek dayanımlı betonlar üretmelisiniz. Bakın bu da sadece kumdan yapılır. Basınç mukavemetleri 490-680 mega paskal... Böyle betonlar da yapılabilir. Fakat kumla yapılan betonda taşıyıcı özellik yoktıır. Onun için de iskelet, iri agrega olmalıdır. Su/çimento oranını düşürebilmeniz, minumum çimento oranına ulaşabilmeniz, betonun durabilitesi, betonun davranışı içinde bunu sınırlı tutmamız lazım.

O halde ülkemizde eksik olan nedir? Ülkemizde eksik olan şey, öncelikle denetimsizliktir. Yetkin mühendis, eğitimli insan, ara eleman kullanılması lazım. Sizin de birlik olup buna katkı sağlamanız lazım. Her yerde bunu savunmanız lazım. Teknik okullarını kapatmış bir ülkenin yönetimi, bundan sorumludur. Kesinlikle kalfa yetiştiremiyorsanız, mühendisi demir montajı yapılırken orada bulunduramıyorsanız, bunun adı umursamazlıktır. Bu yüzden bu yapılar yıkılır. Bu, bir sürpriz değildir.

Rıdvan Kartal: Hocam çok teşekkür ederiz, çok bilgilendirici ve çok çarpıcı açıklamalarınız için, ama deniz kumu üreticilerinin bu toplantıyı yapma sebebi, sadece deprem sonrası çekinceleri değil, aynı zamanda sizin sunduğunuz tebliğdeki doğru bilgilerin topluma ulaşmasının sağlanmasıdır.

İkinci konuşmacımız, Prof. Dr. Bedri İpekoğlu. Sayın İpekoğlu, "Kumun Mineralojik Yapısı ve Kimyası" konusunda bir tebliğ sunacak. önce, sayın İpekoğlu'nun öz geçmişini takdim edeyim. Sayın İpekoğlu 1949 yılında Tokat'ta doğdu. 1966 yılında Ankara Gazi Lisesi'ni bitirdi. Hacettepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü'nden 1973'de Yüksek Mühendis olarak mezun oldu. Aynı yıl Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi'nde göreve başladı.1993 yılına kadar bu görevini sürdürdü. İTÜ Mühendislik Fakültesi'nde,1984 yılında doktor,1987 yılında doçent oldu.1993 yılında İTÜ Maden Mühendisliği Bölümü'ne profesör olarak atandı. "Cevher hazırlama" konusunda ihtisas sahibi olan İpekoğlu,1994'te bu konuda ödül aldı. 50 adedi yabancı dilde olmak üzere 70'in üzerinde kitabı var. İngiltere, Avusturya, Yunanistan, Romanya ve Mısır'da yapılan bilimsel toplantılarda ülkemizi temsil etti. Devlet Planlama Teşkilatı ve üniversitelerle yapılan ortak projelerde yürütücü ve yürütücü yardımcılığı görevlerinde bulundu. Çeşitli vakıf ve derneklerde üye, bazı bilimsel ve teknik dergilerde yayın kurulu üyesi olan İpekoğlu, halen 1973'den beri İTÜ Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölüm Başkanlığını yapmaktadır. Sayın İpekoğlu, söz sizin.

Kumun Mineralojik Yapısı ve Kimyası

Bedri İpekoğlu: Sayın Başkan, değerli konuklar, isterseniz biraz önce hocamın bahsetmiş olduğu güzel bir konuyu bir fıkra ile bütünleştirmek istiyorum. Dediler ki "Sistemsizlik, yani organizasyon bozukluğu, denetimin olmaması bizim en büyük sorunumuz". İkinci Dünya Savaşı'nda Alman Generali, Polonya'nın bir köyünü işgal ettiği zaman, köyün en büyük binasını kendine karargah olarak seçmiş. Oradaki insanları çıkararak evin sahibini kendine hizmetkar yapmış ve "Derhal masa kurun. Yemek yiyeceğim komutanlarla" demiş. Yemek hazırlanmış. Yemek bitince komutanın tuvalet ihtiyacı gelmiş, Hemen ev sahibini çağırmış, demiş: "Tuvalet nerde?" Köylü demiş ki "Buyurun efendim" Kapıdan çıkmışlar. 5 dakika kadar yürümüşler. Tarlanın ortasına gelince ev sahibi demiş ki " efendim işte burası!" General çok sinirlenmiş, "bu ne biçim sistem, bu ne denetimsizlik!" deyince köylü demiş ki "eğer iyi bir organizasyon, iyi bir denetim olsaydı, siz benim tarlamda değil ben sizin tarlanızda olurdum."

Evet efendim, bizim konumuı tabii ki kum. Kum önemli bir malzeme ve betonda nasıl ve ne kadar kullanıldığının hayatımızdaki önemini diğer konuşmacılar gayet iyi anlattılar. Fakat hocam bir cümle sarfetti. Dedi ki "deniz kumunun yerini başka bir kum tutmaz." Buna katılmadığımı göstermek için, kumun oluşumunu şöyle bir gözden geçirelim istiyorum.

Biliyorsunuz ki yeryüzünü oluşturan kayaların çeşitli nedenlerle, kimyasal ve fiziksel etkenlerle aşınıp su ve rüzgarla taşınması, uygun bir yerde birikmesi ile kumullar oluşur. Bunlar deniz dibinde birikmişse deniz kumları diyoruz. Eğer dere yataklarında olursa dere veya nehir kumları, karasal yapılarda olursa biz bunlara kara kumları diyoruz. Dolayısıyla işte bu kumu oluşturan taneciklerin mineralojik ve kimyasal yapısı oluştukları kaya ile tam bir uyum içindedir. Nerede olursa olsun, ister denizin dibinde isterse karada, oluştuğu kayaç önemlidir. Ve biz bu büyük kum rezervlerinden çeşitli amaçlar ile faydalanıyoruz.

Ama bizim buradaki konumuz inşaat kumu. İnşaat kumu da bilindiği gibi farklı yerlerden elde ediliyor. Bir tanesi tabii ki karasal kökenli, mercek şeklinde oluşmuş kumlar; diğeri sahil kumları, deniz kumları ve biliyorsunuz İstanbul'da kömür yatakları var, bunların üstünde kumlar var. Bu kumlar da inşaatlarda kullanılıyor. Ayrıca Şile bölgesi çevresinde büyük kil yataklarımız var. Bunların da üzerinde çok kaliteli, çok güzel kumlar var. Ama bunları inşaat sanayiine değil, döküm sanayiine veriyorlar.

Biz 1985 yılından bu yana sahil kumları ile ilgili çalışmalarımızı sürdürüyoruz. O dönemde de İTÜ Uygulama-Araştırma Merkezi ile Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun bir ortak projesi, Prof. Güven Önal ve benim başkanlığımda yürütüldü. Türkiye'deki tüm sahillerden numuneler alınarak analizler yapıldı. Side-Manavgat Bölgesi'nden, İskenderun, Menderes Deltası, Didim, Ünye, Ordu, Adapazarı, Karasu, Enez, İğneada, Gökçeada, Çanakkale, Silivri, İstanbul, Kilyos, Şile'den kumlar alındı. Kimyasal analizleri yapıldı ve bu bir rapor halinde yayınlandı. Sahil kumlarında silisyumdioksit oranı -ki üzerinde duruyoruz biliyorsunuz % 22.5'tan 80'e kadar büyük bir değişim gösteriyor- bölgelere göre çok farklı gerçekten. Bunun en önemli sebebi oluştukları kayaçların farklı oluşu. Bazı yerlerde kalsiyum oranı gerçekten çok yüksek.

Biz kıyıdan numune alırken aynı zamanda deniz içinden de aldık. Yaklaşık 50-100 m. kadar denizin içine girerek aldığımız numunelerin analiz sonuçlarının, sahil kumlarının kimyasal analiz sonuçları ile aynı olduğunu, sadece tane boyu bakımından farklılık olduğunu gördük. İngilhere'den gelen uzman dostumuzun da belirttiği gibi kıyıdan açıklara doğru gidildikçe kumun tane boyutu incelmektedir. Bizim yaptığımız araştırma da aşağı yukarı aynı şeyi göstermekte.

Tabii kimyasal analiz yeterli değil, bir de mineralojik analizine baktık. Ve gördük ki bizim kumlarımız, bol miktarda ağır mineral içeriyor. Manyetit, zirkon, rutil, garnet gibi ağır minerallerimiz var. Hafif mineral olarak da tabii ki başta quartz olmak üzere, feldispat ve bol miktarda da kalkımız var.

Efendim, yapılan araştırmalar şunu göstermiştir ki "iyi kum ya da kötü kum" diye bir kum yok, inşatta kullanılan. "Yıkanmış kum, yıkanmamış kum" var. Veya "iyi hale getirilmiş kum ile getirilmemiş kum" var.

Kumıın kökeni ne olursa olsun, mutlaka Türk Standartları'na uygun hale getirilmesi lazım. Bu standartlar herkes tarafından çok iyi biliniyor. Hangi deneylerin yapılıp bunun saptanması gerektiği biliniyor. O halde biz bu kumlarımızı inşaatta kullanılabilir hale getirmeliyiz.

Benim danışmanlığını yapmış olduğum bir şirkette deniz kumunu tercih ediyoruz. Neden? Tane boyutu ince olduğu, biraz önce hocamın da izah ettiği gibi araları çok iyi doldurduğu ve dayanıklı betarı elde edildiği için kullanıyorıız. Ama kullanıma uygun hale getirilmiş olan deniz kumunu kullanıyoruz. Bu nedenle hiçbir zaman şunu söylememek lazım "şu, şu, şu kategoriler çok kötü, bu kategori çok iyi". Bizim, başka bir şeyi kötülemeden, kendi ürünümüzün özelliklerini ortaya koyup, onun kullanılabilir olduğunu sunmamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Özellikle cam sanayünde kullanılan karasal kökenli olan kumlarımız var bizim. Bunların hepsinin silisyum dioksit oranları % 95'in üzerinde. Ama hiçbir zaman biz bunları, inşaat sanayinde kullanmıyoruz, çünkü cam sanayisi için ideal hammadde. Önemli olan kullanılmaya uygun hale getirilmiş kumdur ve onu kullanmamız gerekir diye düşünüyorum.

Kaynaklarına göre kum çeşitleri, kara kumu, dere kumu, sahil kumu, kömür ve kil damarları üzerindeki kumlar ve deniz kumu diye sıralanabilir. Yapılan araştırmalar sonucunda gördük ki kara kumunda, silisyum dioksit oranları çok yüksek ama kil oranı da çok yüksek. Kara kumlarının mutlaka kilinin çok iyi bir şekilde yıkanıp, öyle kullanılması gerekiyor. Bu şart. Ve kara kumlarında kalki yani hayvan kabuğu yok, rastlamıyoruz kara kumlarında kalkiye.

Dere kumlarının ise, silisyum dioksit oranları yüksek, tane boyları diğer kumlara nazaran biraz daha iri, ama onlarda da yine kil oranı ve hayvan kabuğu oranı yüksek. Bunların mutlaka yıkanıp temizlenmesi, ondan sonra inşaat sanayiine sunulması lazım.

Sahil kumlarımızı sahillerin bozulmaması açısından kullanmamamız lazım inşaatta. Bunu, burada özellikle vurgulamak istiyorum. Kömür damarları üzerindeki kumlar, zaten İstanbul civarındaki kömürlere bakıldığında bunların normal seviyesi denizin altında yani sıfır kotunun altındalar. Zaten bu kumlar, deniz kökenli kumlar yani deniz kumlarıdırlar. Ve özellikleri de tıpkı deniz kumlarının özelliğini göstermektedir. Fakat bildiğim kadarıyla, açıklardan alırıan deniz kumlarında hayvan kabuklarının oranı yüksek değil. Halbuki bu kömür üzerinde bulunan kumlarda hayvan kabuklarının daha iri olduklarını tespit ettik biz. Ve tabii ki organik madde oranı da çok yüksek. Kil de var, çünkü kil tabakalarıyla birlikte bulunuyorlar. O halde, biz bu kumları kaldırıp atacak değiliz. Onları da uygun hale getirip kullanmamız gerekiyor ki bu, şu anda belirli şirketler tarafından yapılmaktadır. Hatta bunlarla yapılan betonların dayanımlarının çok yüksek olduğu da görülmüştür.

Kil damarları üzerindeki kumlar, biraz önce bahsettim, çok yüksek silisyum dioksit içeriyorlar ve iyi bir şekilde yıkanıp sınıflandırıldıklarında zaten döküm kumu olarak çok iyi bir şekilde satılıyorlar. Alıcısı da çok fazla. İnşaat sektörü için zaten yazık olur diye düşünüyorum.

Deniz kumlarında, iki önemli sorunumuz var. Bunlardan birincisi tabii ki kaçak kumcular. Biz hiçbir zaman Batı Yakası Kumcular Derneği'nin ya da Anadolu Yakası Kumcular Derneği'nin ürettiği kumlara birşey demiyoruz. Üstelik onları satın alıp kullanıyoruz. Ben, danışmanlığını yaptığım şirkette bunu severek yapıyorum. Çünkü gerçekten kaliteli bir kum ve bizim ihtiyaçlarımıza gayet iyi şekilde cevap veriyor. Ama kaçak kumcular, ne yazık ki, biraz önce bahsettiğim yıkama ve eleme işlemlerini yapmadıkları için hiç de iyi sonuçları olmayan üretimler yapılıyor o kumlardan. Bunlar uygun değil tabii ki.

Bu konulara bir de çevre açısından bakmayı uygun görüyorum müsaade ederseniz. Her ne kadar "çevreye en az zarar veren deniz kumculuğudur' diye ifade edildiyse de tabii ki bir madenci alarak buna katılmam mümkün değil. Çünkü bilinen ve tespit edilen gerçekler var. Evet, kara kumculuğu gerçekten doğanın topoğrafik yapısını bozmakta. O alanın kullanımını durdurmakta. Hiçbir amaçla kullanamazsınız. Orada sadece üretim yapılır. Ama işlem bittikten sonra rehabilitasyon çalışmaları sonucunda orası çok iyi bir hale getirilebilmektedir. Zannediyorum İngiliz meslektaşlarım da bir konuda bana katılacaklardır. Dünyanın her yerinde çok iyi rehabilitasyon çalışmaları var. ülkemizde de örnek çalışmalar başlamıştır ve hükümetimiz tarafından veya yetkili kurullar tarafından da bu, kontrol edilmektedir artık. Dere kumculuğuna çevre açısından baktığımızda pek de olumlu olmayan şeylerì görüyoruz ki yetkililer bunların pek üstünde durmuyorlar Oysa dere kumculuğunda, derenin her yerinden kum alınmak suretiyle tabü yapı bozulmakta ve büyük zararlar görmektedir. Dünyada, bu iş, ya kontrollü bir şekilde yapılıyor ya da yasaklanmış durumda. Geçen yıl gördüm; Almanya'da Ren Nehri üzerinde yapılan kum ve çakıl üretimi çalışmaları dünyanın en büyük firmalarından biri olan Hulkenz tarafından yapılıyor. Dere üıerinde 28 tane platform vaı: Ben bunların hepsini gezdim. Orada çok kaliteli kum, mıcır ve çakıl üretiliyor. Buradan Hollanda'ya her yıl 10 milyon ton satış yapıyorlar. Bunlar Alman Hükümeti'nin denetiminde yapılmaktadır. Dolayısıyla sadece deniz kumu çevreye az zarar veriyor demek yanlış olıır diye düşünüyorum.

Şimdi, deniz kumunda önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Deniz kıımu, mutlaka yetkililerce tespit edilen bölgelerden alınmolı. Burada çevreci dostlarımız da var. Kendileri ile konuştuk. Ben de aynı zamanda Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Derneği üyesiyim. Çevreyi bu işleri yaparken korumak zorundayız. Fakat çevreci anlayışım, doğanın bize vermiş olduğu ve yaşamamızı sürdürmek için gerekli şeyleri yapmamıza engel olunmaması doğrultusundadır. Zaten inanıyorum ki çevreciler, herşeye olumsuz bakan çevreciler değiller. Artık, teknoloji ile uyum içinde çalışmayı istemekdirler. Ben, bu nedenle deniz kumculuğunda iki önemli nokta görüyorum: Birincisi deniz dibindeki balık yuvalarının bozulması olayıdır. İkincisi de eğer sahile yakın yerlerden kum alıyorsanız kıyının sahile doğru kayması

neticesidir. Bunlara dikkat edildiği taktirde, ben inanıyorum ki deniz kumculuğu, gayet tabii ihtiyacımız olan kıımu temin edecektir. İlginiz için teşekkür ediyorum.

Rıdvan Kartal: Prof. Dr. Bedri Ipekoğlu'na, fevkalade güzel konuşmalarından dolayı teşekkür ediyorum.

Değerli katılımcılar, bu bölümün sonuna gelmiş bulunuyoruz. Son konuşmacımız, İnşaat Yüksek Mühendisi Cüneyt Ertuğrul. Cüneyt Bey Türkiye Hazır Betoncular Birliği Yönetim kurulu üyesi. Ben, kısa geçmişini size takdim edeyim. Istanbul doğumlu olan Cüneyt Ertuğrul 1979 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nden mezun oldu. 1981 yılları arasında aynı üniversitede geoteknik lisans üstü eğitimi aldı. 7 yıl Soyak Inşaat'ın yurtiçi ve yurtdışı şantiyelerinde çalıştı. Soyak Beton'un kuruluşunda bulundu. Halen bu şirketin genel müdürlüğü görevini yapıyor ve Türkiye Hazır Betoncular Birliği Yönetim Kurulu Üyesi. Cüneyt Bey'in tebliğinin konusu "Betonda Kalite ve Hazır Beton Sanayünin Deniz Kumu Tercihi". Buyurun Cüneyt Bey.

Betonda Kalite ve Hazır Beton Sanayiinin Deniz Kumu Tercihi

Cüneyt Ertuğrul: Teşekkür ederim. Süremin bir kısmını hocama verdiğim için konuşmamı biraz kısa tutacağım.

Ben öncelikle beton sektörünün gelişimiyle ilgili durumu anlatmak istiyorum. Bugün ülkemizde en büyük şehrimiz olan Istanbul'da gördüğümüz büyük binalar, sanat yapıları, köprüler, viyadükler gibi inşaadardan, en ücra köylerdeki hayvan barınaklarına kadar beton kullanılıyor. Resmi rakamlara göre 20 milyon m³ civarında beton var. Bir de bilinmeyeni üzerine koyarsak bu, 20 milyonun üzerinde, benim tahminim, 25 milyon m³ beton demektir.

Betona olan ilgi,17 Ağustos depreminden sonra birdenbire arttı. Bu artış hem halkımızda oldu hem de yöneticilerimizde. Eskiden sorunlarımızı anlatamadığımız yöneticilerimizin, bundan böyle bizi dinleyeceklerini tahmin ediyoruz. Halkımıza gelince, şimdi yakından izlediğim bir olay var. Artık sadece ev alanlar değil, kiralayanlar bile bir takım araştırmalara giriyorlar evlerle ilgíli. Önce zeminden başlıyor, "zeminin deprem dalgalarını büyüterek mi yaydığını, yoksa aynı şekilde mi yaydığını" soruyorlar. "Daha sonra hazır beton kullanılıp kullanılmadığını" soruyorlar. "Nervürlü demir mi kullanılıyor, yoksa düz demir mi kullanılıyor?" diye soruyorlar. Bu arada tabii, "Sizin betonunuzda deniz kumu var mı?" diye de sorular geliyor bize. Sorular sadece bu şekilde bitmiyor. Çevredeki binaların da ne kadar sağlam olduklarına bakıyorlar. "Bizim binamız sağlam olabilir ama çevredeki binalar bizim binanın üzerine yıkılırsa bizim durumumuz yine çok kötü olur' diye düşünüyorlar. Hal böyle olunca, gördüğümüz kadarıyla belediyelerimiz, konvansiyonel betonu, yani elle dökülen betonu yavaş yavaş yasaklama durumuna geçtiler. İnşaallah bütün belediyelerimiz de aynı düşüncede olurlar.

Türkiye'de 1980'li yılların son yarısında hazır beton üretimi başladı. Takriben, 12-13 yıl boyunca elle beton dökümüyle mücadele edildi. Bu mücadelede hiçbir devlet desteği olmadı. Hazır betonun kullandıkça görülen faydası, onun geometrik biçimde kullanım miktarını arttırdı. Ama bunun yanında belki trajikomik bir olaydır, bizim beton satış artışlarındaki en önemli sebeplerden biri; şehrin giderek büyüyerek, trafiğin sıkışması ve dolayısıyla elle beton dökümü için gerekli stok alanlarının, bina önündeki stok alanlarının kalmayışı. Çünkü kum, yeterli miktarda mıcır ve çimentonun, torba halinde binanın önünde stoklanması gerekiyordu. Biz, üretimimizin artışının en önemli sebebi olarak bunu görüyoruz.

Şimdi; kaliteli betonda olması gerekenleri, 4 madde halinde özedeyebilirim. Bunlardan bir tanesi betonun istenilen proje mukavemetini sağlamasıdır. Bu bizim zaten ön şartımız. Biraz evvel hocamın söyledikleri de aynı şeylerdi aşağı yukarı. Ben pratikleştirerek dedim ki, kalıbın şeklini kolayca almalıdır beton. Kalıba konma sırasında ayrışma yapmamalıdır. Kalıba konuş sırasında ayrışma yapmaması için zaten betonun belli bir kıvamının olması gerekiyor. Ve durabiliteden bahsedildi ki bu, ileri tarihlerde dış etkilerden dolayı betonun, özelliğini yitirmesidir. Yani betonu, bina ömrü kadar kullanacağız diyorum. Biraz evvel, ülkemizde, beton dökümü sırasında yeterli işçiliğin olmadığı söylendi. Ben de buna katılıyorum. Beton dökümü sırasında bir takım problemler çıkıyorsa o zaman bu betonun bakımıyla ilgili de problemler çıkar. O halde beton yeterli olmayan bakım şartlarından çabuk etkilenmemeli diye düşünüyorum. Betonun boyle bir performansa sahip olabilmesi için bence iki önemli koşul var: Birincisi içerdiği malzemenin kimyasal ve mekanik özellikleri, dış ortamdan fazla etkilenmemeli; ikincisi, malzemeler, düzgün bir geometrik yapıya sahip olmalı.

Buradan, deniz kumunu betonda nasıl kullandığımıza geçebiliriz diye düşünüyorum. Bir kere biz, İstanbul üreticileri, ince agrega olarak, ya dağ kumu kullanıyoruz, ya deniz kumu, ya da dağ ve deniz kumuyla beraber taş tozu kullanıyoruz. İstanbul'da tek başına taş tozu kullanan firma olmadığını biliyorum. Bu üç ayrı malzemeyi aynı işte kullanırken TS 706'ya uygunluklarına bakıyorum ben. Yani TS 706'ya uygun değilse kullanılmamalıdır.

Şimdi, deniz kumu ile dağ kumunu karşılaştırmak istiyorum. Deniz kumu TS 706'ya uygunsa, yani mesela kömür parçacıklarından arındırılmışsa, yıllarca güvenle kullanılabilecek bir kumdur. Bu, üreticiler için çok önemli. Çünkü siz, istediğiniz kadar kalite kontrolüne önem verin, her kamyonu, örneğin gece gelen kamyonu, gündüz gelen kadar, kontrol etmek mümkün değil. Böyle olunca dağ kumunun kalitesinde süreklilik sağlanamıyor. Ve kalitede süreklilik bizim için çok önemli. Bu, deniz kumurıda sağlanıyor. Ve bu, deniz kumunun en önemli özelliğidir bence. Dağ kumuna gelince zannediyorum, dağ kumu üreticileri, deniz kumu üreticileri gibi yeterli sermayeye ve kafaya sahip değiller. Elbetteki, dağ kumu da işlenirse deniz kumu gibi kullanılabilir. Biraz evvel hocalarım da söyledi, gelen dağ kumu her gün değişik olursa sizin betonunuz da bundan çok etkileniyor. Su emme, plastik rötre durumları ortaya çıkıyor. Betonumuzu istediğimiz gibi yapamıyoruz. O yüzden dağ kumu, bu açıdan daha problemli.

Taş tozu ile deniz kumunu karşılaştıracak olursam, kendi firmamızda hem deniz kumunu hem de taş tozunu beraber kullanıyoruz. Aynı zamanda dağ kumu ile taş tozunu birlikte kullananlar da var. Görüyoruz ki yıkanmış taş tozunda, deniz kumu ya da kum boyutlarındaki malzemeler, yıkama suyu ile gidiyor. Dolayısıyla mutlaka bir eksik kalıyor. Taş tozunu, deniz kumu ya da dağ kumuyla kullanmak mecburiyeti doğuyor.

Kısaca özetlemek gerekirse, ince agreganın kullanılabilmesi için bunun, TS 706 başta olmak üzere , TSE standartlarına mutlaka uygun olması gerekiyor. Bu uygunluk sağlanmışsa bence, bu malzemelerin betonda kullanılmasında herhangi bir çekince yoktur. Fakat performans ve süreklilik açısından deniz kumu, dağ kumlarına göre tercih edilebilir durumdadır. Teşekkür ederim.

Rıdvan Kartal: Sayın Ertuğrul'a teşekkür ediyorum. Değerli katılımcılar, öğleden sonraki oturumda 3 tane çok değerli tebliğ dinledik. Bunlardan bir tanesi, Prof. Dr. Mehmet Ali Taşdemir tarafından sunulan "Beton Agregası Olarak Kum" konulu idi. Diğer ikincisi Prof. Dr. Bedri İpekoğlu tarafından "Kumun Mineralojik Yapısı ve Kimyası" konulu idi. Ve takiben, biraz evvel de sayın Cüneyt Ertuğrul tarafından "Betonda Kalite ve Hazır Beton Sanayiinde Deniz Kumunun Kullanılışı" konulu bir tebliğ daha aldık. Bir süre sonra bir kahve molası vereceğiz. Ancak bu molaya geçmeden evvel, bu üç tebliğ ile ilgili olarak soru ve katkılarınızı alabiliriz.

Toplantının son bölümünde, kumu meslek olarak icra eden çok değerli meslektaşlarımızın, ki aynı zamanda kooperatiflerimizin yönetim kurulu başkan ve yönetim kurulu üyeleridirler, tebliğlerini dinleyeceğiz. Takiben de Meclis Başkanı'mız sayın Erol Yücel ki şimdi geldiler. Hoş geldiniz efendim. Onların kapanış konuşmalarını dinleyeceğiz. Şimdi siz değerli katılımcılarımızın sorularını ya da katkılarını alacağız. Buyurun efendim.

Katılımcı: Necat Cilason. Benim, sayın Taşdemir ve Cüneyt Bey'e, iki sorum bir de katkım olacak. Hocam tebrik ediyorum, fevkalade bir konuşma yaptınız. Çok faydalandık.

Deniz kumu analizlerinden çıkan sonuç, bunun 1 mm ve daha aşağı, yani hemen hemen tek ebatta bir kum olduğudur. Beton bir ilim olduğuna göre, bu 1 mm ile bundan sonraki fraksiyon 5 mm arasındaki boşluk nasıl doldurulabilirz Çünkü bunun, geçirgenliğe büyük etkileri olacaktır. Bu, nasıl giderilebilir? Deniz kumcuları ne yapmalılar? Bunun cevabını da sayın Kartal, sizden bekliyorum.

Bir diğer sorum da sayın Ertuğrul'a. Cüneyt Bey, 80'li senelerin son yıllarında büyük çabalarla bilhassa İTÜ işbirliği ile yapılan sempozyum ve konferanslarla hazır betona geçildi. Şimdi görüyoruz ki hazır betonda, her çeşit kum ve ayrıca uçucu kül diye birşey kullanılıyor. Tüketicilerimizin hiçbirinin haberi yok. Bu uçucu külün miktarını, hazır betoncular olarak siz kontrol edebiliyor musunuz? Bunun da durabiliteye kumdan çok daha fazla etkisi var. Hazır betoncular olarak agrega ve çimentoyu ayrı ayrı yerden alıyor, beton yapıp halka sunuyorsunuz. Acaba sizler, kum üreticileri ve agrega üreticileri aranızda bir kalite iş birliği düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim.

Mehmet Ali Taşdemir: Şimdi, betonda, ince kısmı deniz kumu, onun üzerini kırma taş ile doldurabiliriz, malzemeler temiz olmak kaydıyla. Temizlik, durabiliteyi etkileyen bir faktör çünkü. Yani sadece incelenen fiziksel etkiydi; donma, çözülme değil. Betonun yerleşmesi, taşınması ve plastik rötresi gibi diğer etkiler bakımından da belli bir ölçüyü tuttıırabilmek için, temiz olmak şartıyla, öyle bir malzemeden sürekli granülometri yapılabilir.

Bu arada sayın hocamız Bedri Bey, sanki, ben deniz kumunu savundum havasını yaratmak istedi. Dediğim oydu ki genel olarak deniz kumu, şu anda, dağ kumuna kıyasla tercih edilen bir malzeme. Demin Cüneyt Bey'in bahsettiği gibi dağ kumunda büyük oranda kil, silt gibi malzemeler var ve bunları kontrol edip üniform bir üretim sağlamak bir hayli zor. Oysa hazır beton üreticisi % 90 güvenlikle istenilen mukavemeti tutturmak zorunda. Yani buradaki değişmeler %10 riskini taşıyorsa çok büyük bir risk var. Demek ki kesinlikle bir savunma yok. Bu arada özellikle belirtmek isterim ki iyi bir örgütleme olursa biz, deniz kumunun daha üniform bir şekilde sağlanabileceğine inanıyoruz. O aradaki malzemeyi, kırma kumla düzeltebiliriz. Yani, 4-2 arasını,1-4 arasını böyle bir malzeme ile düzeltip sürekli granülometri sağlayabiliriz. "Temiz olmak kaydıyla" demiştik ki, temiz olma, işlenebilmeyi de kolaylaştırır. Bu arada malzemenin biçimi de oldukça önemlidir. Ve iç sürtünmelerin az olabilmesi için olabildiğince küp, küre biçimine yakın olmaları gerekiyor. O halde kırma işlemi de şekli belirleme açısından oldukça önemlidir. Zaten deniz kumunun bir diğer avantajı da iç sürtünmeleri azaltmasıdır. Yüzeyinde çamur yok ve daha temiz bir malzeme. Tabii içinde, özellikle kömür parçaları, hayvan kabuğu olmayacak. Çevreye zarar da vermeyecek. Aslında çevre anlayışı da değişiktir. Biliyorsunuz Japonya, kumu Çin'den ithal eder öyle kullanır, ama Japonya zengin bir ülkedir. Biz, alt yapımızı tamamlarken Bulgaristan'dan veya Yunanistan'dan deniz kumu ithal edemeyeceğimize göre, bu ekonomik değeri, kendi kumumuzu olabildiğince çevreye zarar vermeden, temiz bir şekilde üretebilmenin yolunu bulmamız gerekiyor. Teşekkür ederim.

Rıdvan Kartal: Buyurun Cüneyt Bey,

Cüneyt Eıtuğrul: Önce uçucu külün kullanılmasıyla ilgili cevap vereyim; uçucu külü kullanan firmalar, bunu, irsaliyelerinde bildirmek mecburiyetindedirler Yani bunu kimsenin bilmemesi gibi birşey söz konusu değildir. Şimdi diğer bir soruya geçeyim, kalite kontrol sistemiyle ilgili bir sorunuz vardı. Biz Hazır Betoncular Derneği olarak aşağı-yukarı 3 senedir kalite kontrol sistemimizi kurduk. Bu sistem;1- Sistem, 2- Üretim-denetim bazında işliyor. Sistem denetimimizi zaten normal 9000 standartlarında yapıyoruz. Ürün denetimimizi de şu anda haberli olarak yapmak zorundayız. Hedefimiz; bu KKS'ye üye olan firmalara, habersiz, ürün denetimi yapabilmektir.

Rıdvan Kartal: İstanbul'da, kum üretiminin % 90'ını, Anadolu ve Batı Yakası kum kooperatifleri gerçekleştirmektedirler. Bunların ikisinde de teknik elemanlar, kalite kontrol laboratuvarı, eleme tesisi ve bir tanesinde de beton santrali vardır. Ayrıca, kalite kontrol sistemi gereğince, denizden mal getiren geminin malzemesi, laboratuvar testi yapılmadan evvel, standartlarımıza uygun görünmüyorsa gemi, geri çevrilir ve yükünü müsait bir yere boşaltması istenir. Laboratuvar testleri de yapılır. Bir gün sizi davet ederiz, Batı Yakasına da, Anadolu Yakasına da, görürsünüz. Herhalde çok da faydalanırız. Sağolun Necat Bey. Efendim, başka soru var mıydı?

Katılımcı: Güngör Tuncer. Maden ve İnşaat Yüksek Mühendisi. İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Bölümü Başkan Yardımcısı.

Efendim, Sayın Ertuğrul'a bir sorum var. Bugün, hazır beton, artık en önemli hale geldi. Hazır betonda, tesislerde hazırlanan malzeme, biliyorsunuz betoniyerlerle beton kulanım merkezlerine gidiyor. Ama İstanbul, Ankara, İzmir gibi trafiğin sıkışık olduğu yerlerde, su karışımıyla ilgili zaman ayarlaması için ne düşünüyorsunuz? Ve zaman ayarlaması dahilinde, beton dökümü, trafiğin yoğun olmadığı zamanlara denk getirilemez mi?

Sayın İpekoğlu'na da bir sorum var: Bilim adamları, üniversiteler de dahil olmak üzere, bir konsensusda birleşip deniz kumu ve kara kumunun özelliklerini ve hangi beton kalitesinde kullanılacağını tespit edemez mi?

Adapazarı ve Yalova-Düzce depremleri gösterdi ki yasal bir boşluk var. Sayın Taşdemir Hocam'a söylüyorum: Siz istediğiniz kadar "Aman şöyle yapın, aman böyle yapın." deyin, sorun ekonomiktir. İnsanlar, eğer yasal yaptırım gücünüz yoksa, ekonomik yönden daha fazla kazanmak için daha az niteliklerde beton yapıp bina satmak isteyecektirler. Bugün sadece Veli Göçer'in değil, gökdelenler yapan Yüksel İnşaat'ın da binaları yıkıldı. Onlar do, müteahhitliğini yaptıkları binalar da belediyelerden, fen kurullarından projelerini geçirdi, mühendislerin imzalarını aldı. Bugün, mutlaka bu yasal boşluğun doldurulması lazımdır. Bu yasal boşluğu kimse düşünmüyor. Kat mülkiyeti kanunu çıktı; 36 daireli apartmanın sahibi yok. Daireyi alan sadece tuvaletine, banyosuna bakıyor, ama binanın sahibi yok. Diyorsunuz ki "geçirimsiz malzeme kullanalım betonda'. Ben Avcılar'da, bizim üniversite'de bile gördüm; zeminden gelen sular, demirlerde korozyon yapmaktadır. Bu olayları önlemek için artık yasal boşlukların doldurulması lazım. Bunun içinse mutlaka sistemde bir değişiklik yapmak lazımdır. Eğer, siz istediğiniz yasayı çıkarın, yaptırım gücü yoksa hiçbir şekilde tatbik edemezsiniz. Ben, bir öneri getiriyorum: İnşaat Müteahhitleri Odası gibi, Kum Müteahhitleri Odası kurulamaz mı?

Ve son olarak çözümü, bir konuya getirmek istiyorum: Bana göre yaptırım gücü, deprem sigortasında birleşlirilmeli ve tüm binalardan deprem sigorlası istenmelidir. O zaman sigorta şirketleri, mutlaka fizibilite esaslarına göre binaların projelerini inceleyecek, yaptırımı denetleyecek ve sayın Taşdemir'in söylediği gibi, kaliteyi binanın bitiminden sonra da denetleyecektir. Bu hususta bir de mesaj vermek istiyorum: Türk Ekonomik Hukuk Araştırmaları Vakfı, 26 Kasım Cuma günü (yani yarın) öğleden sonra saat 14.00'te Istanbul Sanayi Odası Konferans Salonu'nda, Odakule'de, "Depreme İlişkin Sorunlar, Çözümler ve Deprem Sigortası" konulu hukuksal bir panel yapacaktır. Bütün burada bulunanları, oraya da davet etmek istiyorum. Teşekkür ederim.

Cüneyt Ertuğrul: Sektörün önemli bir problemi, yolda slamb kaybı. Çünkü slamb kaybı, şantiyeye, beton döküm yerine ulaşıldığında orada su eklenmesine sebebiyet veriyor. Bu da çok sıkıntılı bir durum. Biz, betonu dizayn ederken öncelikle bu dizaynı yapıyoruz. Dizaynda mukavemete ve mukavemetin yanında da slamb kaybına bakıyoruz. Slamb kaybını kontrol ettikten sonra üçüncü çalışmamız, durabilite ile ilgilidir. Bu sonuçlara göre sistemimizi, malzemelerimizi dizayn ediyoruz.

Rıdvan Kartal: İkinci soru sizin galiba, değil mi sayın İpekoğlu?

Bedri İpekoğlu: Evet sayın başkan. Sayın hocamın sözlerine katılıyorum. Kumcular derken tabii ki, kara kumcusu, deniz kumcusu diye ayırmanın yanlış olduğuna inanıyorum. Kum üretenlerin bir çatı altında toplanmasının büyük faydası olacağına inanıyorum. Çünkü son zamanlarda, elimize geçen üniversite raporlarını okuduğunuz zaman "şu tarih, şu sayı ile laboratuvarımıza gelen numune analizi" diye geçiyor. Halbuki o numuneyi, üniversite, gidip kendi alarak gerekli analizleri yapmalı. Yoksa, şu anda olduğu gibi, şirket, "benim kumum çok güzel! İşte üniversite raporu." diye gösteriyor. Eğer tüm kum üreticileri, bir çatı altında toplanırsa, zannediyorum, iyi bir iletişim sağlanacaktır. Ve biraz önce soru soran arkadaşımın değindiği gibi bizim isteğimiz, kullanılabilir kumun tüm inşaat sanayiinde kullanılmasıdır. Teşekkür ederim.

Rıdvan Kartal: Sağolun. Buyurun sayın Taşdemir.

Mehmet Ali Taşdemir: Efendim, ben konuşmamda yeteri kadar vurgulamaya çalıştım. Hatta "sistemsizlik var, sistem yok, denetim eksik, denetim mekanizması kurulmalıdır" dedim. Tabii bu sistem kurulduğu zaman, herkes kendi pozisyonu alacaktır. Yani üreticinin de tüketicinin de yeri belli olacaktır. Ama bu, bir sigorta sistemi olarak ön görülüyorsa -ki bununla ilgili, birtakım düzenleme çalışmaları vardı ve maalesef, deprem nedeniyle gündeme gelmişti- bildiğim kadarıyla sigortacılar, bu işe pek gönüllü ve istekli değiller. Nedeni de, ben sigortacıların tümünü suçlamak için söylemiyorum ama, çok parayı kolay yoldan kazanmak varken, niçin böyle riskli bir sahaya girsinler şu anda?

Gelelim oda konusuna: Benim bildiğim kadarıyla oda bir meslek kuruluşudur. Yani olsa olsa "dernek" olur. Bir dernek etrafında birleşebilirsiniz. "Oda" deyince biz, meslek birliğini düşünüyoruz. Mesela Mühendis Odaları, Mimar Odaları gibi. Oysa kumcular, her meslekten olabilir. Mühendis de olabilir, başka bir şey de. Bu yüzden "oda' değil de, "birlik" çerçevesinde bir araya gelebilirler diye düşünüyorum. Teşekkür ederim.

Rıdvan Kartal: Teşekkür Ederim. Şimdi efendim, vakti son derece ekonomik kullanmak zorundayız. Programımız oldukça kaydı. Soru sormak isteyen iki izleyicimiz vardı... Önce siz buyurun efendim.

Katılımcı: Adım Zeki Önal. Tepe İnşaat'ın İş Bankası şantiyesinde çalışıyorum. Vaktin darlığını düşünerek önce Sayın İpekoğlu'na bir sorum olacak: Özellikle deniz kumunun ya da dağ kumunun alkali-silika reaktivite yönünde, yüksek dayanımlı betonlardaki durumu nedir? Veya bu konuda Türk Standartları'nın durumu nedir? Biz, bu konuda yeterli bir döküman veya yeterli bir bilgi alamamıştık. Düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?

Rıdvan Kartal: Buyurun İpekoğlu.

Bedri İpekoğlu: Teşekkür ederim sayın başkan. Kara kumunun yapısında, feldispat ve feldispatik minerallerin daha fazla olduğu bilinen bir gerçek. Halbuki deniz kumunda çok daha az. Dolayısıyla, yayınlandığında tebliğimde de göreceksiniz, "Kara kumculuğu"nda, biz bu konuya dikkat çekiyoruz ve diyoruz ki "kara kumunda feldispat oranı fazla olduğu zaman dikkat edin". Demek ki kumun mineralojik ve kimyasal yapısı önemli. O nedenle, Türkiye'de şu anda üretimi yapılan deniz kumları veya bizim yaptığımız araştırmaya göre sahil kumları ki taradığımızda deniz içindeki yapıyı aynen yansıttığını ifade etmiştim, kara kumİarına göre, daha bir avantajlı durum ortaya koymaktadır. Teşekkür ederim.

Rıdvan Kartal: Son soru.

Katılımcı: Doğa Savaşçıları Çevre Örgütü'nden Zafer Murat. Ben sorudan çok, bir katkı sergilemek istiyorum.

Biz çevre örgütleri, geçmişte, Yargıtay'ın kararlarına rağmen birinci sınıf tarım arazilerine fabrika kuranlara karşı bir savaş verdik. Bu neydi? "Adapazarı'nda fabrika yapmayın. Buralar patates tarlasıdır" dedik. Tabii orada fabrika olursa ev de olacak; çünkü çalışan insanların barınmaya ihtiyacı var. Bu nedenledir ki yapılaşma hızlanmış ve orası betonlaşmıştır. Tarım arazileri fabrikalara kurban giderken diğer araziler, konutlara kurban gitmiştir. Böylece, orada beklenen son, uyarılarımıza rağmen gerçekleşmiştir.

Şimdi, burada ikinci bir olaya tanık oluyoruz. İşte; deniz kumu, kara kumu. Her ikisi de doğaya zarar veren unsurlar. Bizim çevre örgütü, ya da sivil toplum örgütü olarak üzerinde durduğumuz; "doğaya en az zarar verecek şeylerin" tartışılması. "O iyi, bu iyi" diye tartışmayalım. Siz, asıl tartışılması gerekenleri tartışırsanız biz, sizin ötenize çıkar çok daha fazla şey söyleme ihtiyacı duyarız. Çünkü her ikisinin ne kadar zarar verdiğine biz yakından tanığız. Bırakın bunları. O halde, "ne kadar iyileştirilmesi yönünde, doğaya ne kadar zarar vermeyaceği yönünde" kararlar alın. Bunu tartışın.

Ve ayrıca, bugün, tüm denizcilik sektörü olduğu gibi kum kosterleri de aynı sıkıntı içinde; 6 bakanlık,18 genel müdürlük bu işte yetkili. Şimdi bakın, İngiliz konuşmacı, Amerika'daki uygulamalardan bahsettiler. "Bu işe sadece Çevre Bakanlığı bakıyor" dediler. Oysa bizde 6 tane bakanlık,18 tane genel müdürlük var. Burada yasal bir karmaşa bulunmaktadır. Bu karmaşayı çözmek zorundasınız.

Bu arada biz gelişmeye karşı değiliz, gelişmenin yanındayız, ama gelişme çevreye zarar vermeden olmalı. Bugün Amerika, gelişmenin bedelini, doğaya yenik düşerek ödemektedir. Oysa Kızılderili, zamanın başkanına şöyle bir mektup yazmıştır ve "Son ağaç kesildiğinde, son nehir kirlendiğinde ve son balık öldüğünde, o zaman paranın yenmediğini anlayacaksınız" demiştir. Teşekkür ederim.

Rıdvan Kartal: Bu katkıya teşekkür ederim. Ama bu konuda bir takım şeyler söylemem gerekiyor. Biz burada, bir deniz kumu-kara kumu farklılaşması getirmek istemiyoruz. Sempozyumu düzenleyen her ikí kum üreticisi kooperatifin de amacı bu değildir. Kooperatiflerin bu sempozyumu düzenlemekteki amacı; çok değerli konuk konuşmacıların katılımıyla ve yurt dışından gelen yine konuk konuşmacıların da yurt dışındaki tatbikatlardan verecekleri örneklerle doğru bilgilerin, doğru ağızlarla, kamuoyuna, topluma ulaşmasını sağlamak idi. Biz, burada deniz kumu üreten Anadolu Yakası ve Batı Yakası kum kooperatifleri yöneticileri olarak sadece kendi kumumuzun iyi olduğunu, onun doğaya katiyen zarar vermediğini söylemiyoruz; "ama mevcut beton agregaları içinde, en az zarar veren biziz" diyoruz.

İkincisi; evet, doğru; Türkiye'de bir yetki karmaşası var. Bu, deniz sektöründe de var. Yıllarca Türkiye'ye en büyük döviz girdisi sağlıyan denizcilik sektörü, yalnızca bir müsteşarlıkla idare edilmiştir. Ama inanıyoruz ki, bu deklere de edildi resmi ağızlardan, bu sene sonuna kadar Denizcilik Bakanlığı kurulacaktır. Bunu da sizin söylediklerinize bir cevap olarak vermek istiyorum. Eğer bu konuda daha mütemmim malumat almak istiyorsanız Deniz Ticaret Odamız'ın Meclis Başkanı da, Başkan Vekili de buradadırlar, kahve arasında görüşebilirsiniz. Yahut daha sonra birlikte olma imkanına da sahip olabilirsiniz. Değerli katılımcılar, hepinize çok teşükkür ederim. Vaktimiz oldukça uzadı.10 dakikalık kısa bir kahve arası veriyoruz. Takiben tekrar toplantımıza devam ediyoruz. Teşekkür ederim.

Rıdvan Kartal: II. Oturum'un, bu 2. bölümünde konuşmacılar, her iki kooperatifimizin yetkili kişileri ve Tabiiatıyla uygulayıcılar. Dolayısıyla çok önemli şeyler söyleyeceklerine inanıyorum. Öncelikle sayın Halim Mete'yi ve sayın Dr. Ayhan Paksoy'u kürsüye davet ediyorum.

Sayın Halim Mete'nin tebliği, "Türkiye'de Deniz Kumu Endüstrisinin Ekonomiye Katkısı ve Beklentileri" başlığını taşıyor. Bu tebliğe başlamadan önce ben, size, Halim Mete'nin öz geçmişini takdim ediyorum. Halim Bey, 1948 yılında Rize/İyidere'de doğdu. Ataları denizci olan bir denizci çocuğu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. ortaokul yıllarında balıkçılık yaptı. lise yıllarından sonra, denizcilik işleriyle iştigal eden aile şirketlerinde çalışmaya başladı. Üniversite yıllarının sonrasında sosyal faaliyetlerle buluşan Halim Mete, mesleki kuruluşları olan İstanbul Kumcular Derneği Başkanlığı, Anadolu yakası Kumcular Birliği Başkanlığı yaptı. Şu anda Halim Bey, Deniz Tcaret Odası Başkan Vekilliğini yürütmekte. Bunun yanında TÜDEV Başkan Vekilliği, Türk Loydu Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi, Çevre Koruma Vakfı Yönetim Kurulu üyeliği de yapmakta. Bu sosyal faaliyeder ve iş hayatının yanında Deniz Ticareti Dergisi'nde aylık, Dünya Gazetesi'nde haftalık yazılar yazmaya devam eden Halim Mete, bir deniz tutkunu olup gülümsemeyi ve gülümsetmeyi seven bir insan-severdir. Halim Mete, evli ve ikisi kız, 3 çocuk babasıdır. Sayın Mete, sizi kürsüye davet ediyorum.

Türkiye'de Deniz Kumu Endüstrisinin Ekonomiye Katkısı ve Beklentiler

Halim Mete: Sayın başkan, çok kıymetli dinleyiciler.

Akşamın bu geç vaktinde, toplantımızda halen böyle bir çoğunluğu görmekten fevkalade mutlu olduğumu söylemek istiyorum. Bu gibi toplantıların sonlarında genellikle 10-15 kişi kalır. Konunun ehemniyetinin ne boyutta olduğu ortaya çıkmaktadır. Sizleri, Deniz Ticaret Odamız adına saygıyla selamlarken bize gönderilen davetiyenin üzerine baktığımızda, bugün burada konu edilen kumun ne kadar önemli olduğunu görürsünüz. Davetiyede, insan elinden dökülmekte olan bir kumla koskoca bir şehir yaratılmakta. Benden önceki konuşmacılar kumun önemini anlattılar. Ben sizi fazla yormamaya çalışacağım. Zannederim bütün konuşmalar bittikten sonra kumun, özellikle deniz kumunun önemi daha iyi ortaya çıkacaktır.

Ben, benden önceki konuşmacı hocalara teşekkür ediyorum. Bir söz dediler, çok sevdim. O da " Kuma gelinceye kadar daha neler var, neler." Bugün,17 Ağustos veya ondan sonra olan depremler nedeniyle buradayız. Birşey daha söyledi hocam: "Kum üreticileri alelacele telaşa kapılıp bu toplantıyı düzenlediler" . Evet biraz telaşa kapıldık, ama, "kendimizi doğru bir şekilde anlatmalıyız" diyeydi bu telaş. Bizimle ilgili konuşmaları dinlemeliydik. Bazı tedbirler almalıydık.

Milyonlarca yıl, denizin dibinde atıl olarak duran kumu ekonomimize kazandırmak için çaba sarfeden deniz kumcuları, yani meslektaşlarım, büyük çaba sarfederler kumu almak için. Yaz-kış demeden, kötü-iyi hava demeden, can ve mal emniyetini belki de hiçe sayarak gider Karadeniz'in dibinden, kumu alır ekonomimize kazandırırlar. Orada gemileri batar, şehitler verirler, ama yine de işlerini sürdürürler.

Size kumculuğumuzun geçmişini, söyle bir anlatmak istiyorum:1930'Iu yıllarda başlayıp, o günlerde 5-10 tonluk taka yahut kayıklarla kıyılardan küreklerle alınan kumlar, Beşiktaş, Yenikapı ve Kadıköy'den İstanbul'a sevk edilirdi. Sonrasında kumcular bu kumu,1950'li yıllarda, küreklerle, küfelerle taşımaya başladılar. Boşaltma yerleri biraz daha çoğaldı.1950'li yılların sonunda, 60'lı yıllara doğru emme sistemi ortaya çıktı. 8-10 takada denendi, başarılı olamadı. O günden sonra kapma sistemine geçildi. Bu sistemde kumu, kepçeyle denizden kaparak alırız gemilerimize. O günlerde 5 tonluk takalarla başlayan serüven, bugün, 2000-2500 tonluk kum gemileriyle yapılır hale geldi. Biz de bu şekilde devam ediyoruz.

1980 yılına kadar İstanbul sahillerinde yaygın kum depoları, o günkü 12 Eylül hareketinden sonra, üç alanda toplandılar ve kendilerini biraz daha disipline ettiler. Kum depoları, Anadolu yakasında Maltepe ve Kartal'daydı. Sonra Kartal`a taşındı. İstanbul yakasında sadece Zeytinburnu'ndaydı, o da Ambarlı'ya taşındı. Artık alanlarımız disipline edilmiş durumdadır. Ve iki büyük kum kooperatifi, kendi üyelerinin gemi, kamyon, vinçlerini belli bir sistem dahilinde çalıştırmak, müşterek depolama yapmak ve getirilen kumu işlemlerden geçirip eleyerek, laboratuvarda işlemlere tabii tutarak beton santralleri ve inşaatlara sevk etmek için kurulmuş ve layıkıyla görevlerini yapmışlardır.

Bunlar, Batı Yakası ve Anadolu Yakası kumcular kooperatifleri'dir. Bu kooperatiflerin üyelerine ait 60 civarında gemi, 100'ü aşkın vinç ve loader ile 300 civarında kamyon vardır. Yine bu kooperatiflerin limanları, beton santralleri, eleme tesisleri mevcuttur. 1983'ten bu yana çalışan kooperatifler aracılığı ile yılda 6 milyon m³, başka bir ifade ile 9-10 milyon ton kum, inşaatlara sevk edilmektedir.10 sene öncesinde bir ara kum satışı 20 milyon tona kadar çıktı. Ancak daha sonra dere kumu sahillerden alınan kaçak kumlar, dağ kumu yüzünden bu miktar, 9 milyon tona kadar düştü. Bir başka ifadeyle kum ihtiyacının % 40 kadarlık kısmı da dışarıdan, yani dağlardan, derelerden alınmaktadır. 9-10 milyon ton kumun ekonomik değeri, 25 trilyon liradır. 25 trilyon lira, bugünkü ekonomik yapıda göz ardı edilebilecek bir rakam değildir. Bununla tüm Istanbul'un binaları, yolları, askeri tesisleri, hastaneleri, mezarlıkları inşa edilmektedir. Yani kum, ölürken bile lazım. Bu 25 trilyorı liralık değerden, 60 gemi armatörü,100 vinç ve 300 kamyon sahibi, ilave olarak da inşaatara taşıma yapan 500 kamyon sahibi ile gemilerde, kamyonlarda, vinçlerde, kooperatiflerde ve dışanda bizim kumumuzu alıp satan 'nalbur' olarak tabir etiğimiz kimseler aracılığıyla istihdam edilen personel sayısı yaklaşık 8000 kişidir. Bugünkü ekonomide, 8000 çalışanın değeri çok, ama çok büyüktür. Elde edilen gelirlerle koster filomuza, yeni gemiler inşa edilmekte. Son yıllarda tersanelerde inşa edilen koster tipi gemilerin çogunluğu kumculara aittir. Kumport gibi özel sektörün en büyük limanı inşa edilmekte ve binlerce ailenin geçimi sağlanmaktadır. Bütün bu kazanılanların kaynağı nedir? Bunu önemle dikkatinize sunmak istiyorum. Bütün bu kazanımların kaynağı, denizin dibinde milyonlarca yıl atıl olarak durmakta olan deniz kumudur.

Saygıdeğer dinleyicilerim, tüm dünyaya bir bakalım: İngiltere, Japonya, Amerika gibi denize sahili olan birçok ülke, kumu denizden tedarik etmektedir. Bir seyahatim sırasında, New York'un büyük binalarının karşısında bir kum yığını gördüm. Denizden gemiyle dolaşıyordum. Kaptana "biraz daha yaklaşır mısınız?" dedim. Yaklaştık. Baktım kum yığını. Bizimki gibi sarı bir kum. "Bu kum yığını," dediler, "kum deposu". Ne var yanında? "Beton santrali var" dediler. Hatta bir de küçük çimento fabrikası var. Denizden kum gemisi ile gelen kum burada boşaltılıyor ve sevkediliyor, beton yapılıyor. Ama biz, İstanbul'da, bir yerde kumculuk yapmaya kalktığımızda kamuoyunun en büyük konusu 'Bu depolar ne zaman kalkacak?' olmuştur. Yani hem kumsuz yapamıyorıız hem de kumu önemsemiyoruz. Hatta dışlıyoruz. Yani nedense, bu kadar güçlü bir yapıya sahip olan bu sektör, her zaman kötü muameleye tabi tutulur, hor görülür, dışlanır.

Eskiden Karadeniz'de Podima, Marmara'da İmralı Adası ve Karacabey'de ruhsatlı kum ocağı varken, şimdi sadece Podima'da, İstanbul Özel Idaresine ait kum ocağı mevcuttur. Bu ocakta, dünyanın en kaliteli kumu vardır. Dağıtılan kitaplarda bu kumun gerekli analizlerinin yapıldığını okumuşsunuzdur. Deniz kumu aleyhindeki propaganda, bildiğiniz gibi depremden sonra başlamış ve sanki bütün depremin sorumlusu deniz kumu ilan edilmiştir.

Depremler, Türk milletini fevkalade üzmüştür. Hepimiz, yakınlarımızı kaybettik. Ama bizim bir üzüntümüz daha var: Günah keçisi ilan edilen deniz kumunun üreticileriyiz. Depreme uğrayan şehirlerimize bir bakalım: Bolu, Adapazarı, Düzce, İzmit, Gölcük. Acaba buralarda hiç deniz kumu kullanılmış mıdır?

Değerli hocamın konuşmasında da söylediği gibi, sebeplerden belki de en sonuncusu, deniz kumudur. Yalova'da bile 5 sene öncesine kadar açık olduğu için İmralı Adası'dan alınan kabuklu kum gösterilmiştir. 4 senedir, İstanbul'daki hiçbir kumcu, İmralı'dan kum taşımamakta, doğrudan doğruya, Podima'dan taşımaktadır.

Sevgili dinleyicilerim, artık birşeylerin tercihini yapmak zorundayız. Çevre olgusunu reddetmiyorum. Ama çevreyi düzenlemek için en çok gerekli olan şey, yine kumdur. Kum ihtiyacı var mıdır bu ülkede? İstanbul'da var mıdır? Vardır.

Evet. O halde ya dere yataklarından ya dağdan ya da denizden temin edilecektir.

Burada bakılacak birinci husus kalitedir. Bütün görüntüler, bütün konuşmalar, deniz kumunun gerekli incelemelerden geçirildikten sonra kaliteli olduğunu göstermektedir. İkinci husus ise doğaya ve çevreye verilecek olan tahribattır. Buna gelince havadan baktığınızda doğaya verilen zarar, deniz kumcularının verdiği zarardan çok, kara kumcularının verdiği zarardır.

O halde ne yapalım? Öncelikle kum alanlarının iyi tespit edilmesi gereklidir. Bunun için Deniz Ticaret Odamız ve kumculuk sektör mensuplarının da içinde bulunacağı bir heyetle, yeni ve kaliteli kum alanlarını tespit etmek ve bunları kum kooperatifleri adına ruhsatlandırmak gerekir. Aklıma birşey geldi: Acaba biz Bulgaristan'dan kum mu ithal etsek? Şimdi, çevreciler, sahil güvenlik botları bizim başımızda. 8-10 milyar olarak ödediğimiz cezalar, 20 milyar olarak ödenmeye başlandı. Acaba Bulgaristan'dan kum ithal etsek daha mı ucuza mal ederiz? Ruhsat almaya gideriz, bizi, "efendim yok 3 mil dışından alacaksınız, burası olmaz" diye geri çevirirler. Kum burada var, başka yerde yok. Ama sınır 3 mil. "Kim belirlemiş, nasıl belirlemişler?" deriz. Ama cevap alamayız. Sanırım bu toplantı sonucunda ortaya çıkacak en önemli konu, kum ocağı ruhsatı. Devletten ilgililerin, kum bulabileceğimiz yerleri ruhsatlandırması gerekmektedir. Bu arada sayın Sahil Güvenlik yetkililerinin de biraz hoşgörülü olmasını istemek hakkımız olur. Gelin, hep birlikte bu işi bir düzene sokalım, sorumluluğu kooperatifler'e verelim. Belirlediğimiz, bu ruhsatlı alanların dışında kum alanları hep beraber cezalandıralım. Bu düzenlemeyi, kum ocağı bulunan tüm sahillerde uygulayalım. Buradan bütün yetkililere sesleniyorum: "Lütfen tüm sektörü suçlayıp cezalandırmayalım."

Bu arada, yıllardır konuştuğumuz ve geçenlerde de yazdığımız bir konuya değinmek istiyorum: Belediyeler, ruhsatlandırmadan inşaatlara izin verirlerse, hatta ruhsatsız inşaata göz yumarlarsa, bir bağımsız kontrol mekanizması olmaz ise, bir mühendisin kontrolünde mamül üretilmez ve inşaatlar yapılmaz ise, her hangi bir şekilde inşaatlar inşaat sigortasına tabi tutulmaz ise, bu işin çözümü yine olmayacaktır. Ben bunları söylerken birileri diyor ki; "bütün bunların bir maliyeti var." Evet doğrudur, bütün bunların bir maliyeti var. Şöyle bir şey düşünüyorum; yurt dışında bir inşaatın yapı tasarım aşaması, 2 yıl gibi uzun bir sürede yapılıyor. İnşaat, 6 ayda bitiriliyor. İşte bu dediğimiz şeylerin hepsini, zemin araştırması, projelendirme- hepsini 2 yılda bitiriyorlar, ama 6 ayda inşaatı tamamlıyorlar. Bizimkiler ise "bu adamın ruhsat alacak parası yok ki, hele bir kabasını bu parayla tamamlasın" diyor. Kaldırın bu ruhsat parasını ama ruhsat verin ve sonra denetleyin, ki binlerce insanın ölümüne sebep olmayın. Bu ölümlere sebep olan, deniz kumu değildir. Buna sebep olanların başında, maalesef belediyelerimiz gelmektedir. Ben isterdim ki sabah konuşan belediye yetkilileri burada olsa, bunları onlara da duyurabilsek.

Özetle; lütfen tüm sektörü suçlayıp cezalandırmayalım. Kurunun yanında yaş da yanmasın. Deniz Ticaret Odamız, böyle bir çalışmanın öncülüğünü ve bekçiliğini yapmaya hazırdır. Teşekkür edip saygılar sunarım.

Rıdvan Kartal: Teşekkür ederiz sayın Mete.

İkinci konuşmacımız olan Batı Yakası Kumcular Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ayhan Paksoy'un sunumu; "Türkiye'de kum kaynaklar, İstanbul'un kum gereksiniminin saptanması ve kaynakların planlanması ile kum çıkarma faaliyetleri ve kaçak kumculuk" hakkında. Şimdi, sizlere Ayhan Bey in öz geçmişini takdim edeyim: Dr. Ayhan Paksoy, İstanbul 1956 doğumlu.l 975 yılında İstanbul Alman Lisesi'nden mezun. Takiben, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp fakültesi'nde okudu. Bir yıllık mecburi hizmetinin ardından doktor olarak değil, kumcu olarak iş hayatına atıldı. Sayın Paksoy, çeşitli şirkederde yöneticilik yaptı. Türkiye Hazır Beton Birliği yönetim kurulu üyesi ve İstanbul Batı Yakası Kumcular kooperatifi Başkanı olmasının yanı sıra yine birçok vakfın ve derneğin kurucusu, yönetim kurulu başkanı ve üyesidir.

Türkiye'de Kum Kaynakları ve İstanbul'un Kum Gereksinimi, 5 Yıllık Kum Gereksiniminin Saptanması ve Kaynaklarının Planlanması, Kum Çıkarma Faaliyetleri, Ruhsatlandırma İşlemleri

Ayhan Paksoy: Efendim, herkese iyi akşamlar. Bugünün herhalde en zor pozisyondaki konuşmacısı benim ve herhalde bu saatte konuşma yapıp ilgi çekmek için iyi bir konuşmacı olmak gerekiyor.

Öncelikle şunu söyleyeyim; sayın başkanın da öz geçmişimde ifade ettiği gibi ben, bu işin iki tarafında birden bulunuyorum: Bir taraha "kumcular kooperatifi"nin başkanlığını yapıyorum, kum üreticisiyim; diğer taraftan da hazır beton birliği'nin yönetim kurulu üyesiyim. Yani aynı zamanda da bir hazır betoncuyum. kum, benim için bir taraftan betonculara satılan, diğer taraftan da kumculardan alınan bir malzeme halinde. Artı, özel işlerim arasında inşaat yapmak da var. Dolayısıyla depremin, kumun, betonun her konusunda belirli seviyede de olsa bilgi sahibi olma fırsatım oldu.

Şu andaki konumuz kum, daha doğrusu deniz kumunun önemi. Öncelikle şunu söylemek istiyorum, kum, sadece batı yakası ve anadolu yakası kumcuları'nın ihtiyacı değil. Kum, bu salonda oturan ve dışarıdaki tüm insanların ihtiyacı. İhtiyaç olduğıı içindir ki pazara çıkarılıyor. Belki deprem dolayısıyla bir aradayız. Fakat şunu açık yüreklilikle kabul etmek lazım ki; Türkiye'de, özel sektörün, toplumun, bilim adamlarının, çevrecilerin ve bürokratların önüne çıkıp da kendini sorgulatması o kadar kolay ve rastlanır bir durum değil. Demek ki biı yaptıklarımızdan, ürünümüzden, belirli bir bilgi birikimi dolayısıyla eminiz ve kamuoyunda, bu işin hem bilimsel platformda hem de diğer platformlarda tartışılmasını uygun bulabiliyor, kapılarımızı kapatıp bir yerlerde saklanmıyoruz.

Kum kaynaklarımız, Türkiye'de ve İstanbul'da, dünyanın herhangi bir yerinden farklı değil. Ama bunların dışında dünya, kıyılarını koruyup erozyonla mücadele ederken ülkemizde, bir de kıyı kumculuğu var ve buna izin veren tek ülkeyiz.

Kumcular olarak bizim bu konuda bir şanssızlığımız var. Kamuoyunun önünde, kumcu denince ilk akla gelen biziz. Ne kadar melanet varsa bizden bilinir. Ne kadar hayır varsa bizden bilinmez, Allah'tan bilinir. Bazı kitlelerden kaynaklanan olumsuzluklar, kendimizi kamuoyuna iyi tanıtamadığımızdan, bize fatura edilir. Bence bunda, bizim de oldukça kabahatimiz var. Niyetimiz, bu işin gerçek anlamda tartışılmasıdır. araştırmalarımız, deniz kumculuğunun kara ve dere kumculuğuna göre çevre bakımından en az zarar veren kumculuk çeşidi olduğu yönündedir. Bunun aksine görüşler olabilir. Saygılıyız ve bunların, bir sonraki Deniz Kumu Platformu'nda da tartışılmasını, görüşülmesini isteriz. Bir takım işlerin saydam ve şeffaf konuşulup bilimsel doğrularının ortaya çıkarılmaması durumunda işimizin oldukça güç olacağı görüşündeyim. Ancak, çevreci görüşün de "arabalar zararlıdır, o zaman kullanmayalım, yürüyelim" mantığında olmaması gerektiğini düşünüyorum.

İstanbul'un kum ihtiyacı ile ilgili sağolsun Halim Mete ağabeyimiz bana konuşacak çok şey bırakmadı, rakamları da verdi size. Yüksek. Bu ihtiyacın bir şekilde karşılanması gerek.

Türkiye de, hemen her sektörde olduğu gibi bizim sektörümüzde de yetki ve sorumluluk kargaşasının olması en büyük sıkıntımızdır. Bir taraftan İstanbul Özel İdaresi yani vilayet, kendini kum ve taş ocakları konusunda yetkili farz ediyor, diğer taraftan da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın Maden Dairesi. Ama kuralları, başkaları koyuyor. Şu anda Karadeniz'de, Podima adı verilen mevküde bir adet kum ocağı var. bu kum ocağı ruhsatlı ve ruhsat sahibi de İstanbul vilayeti. Vilayet bu ruhsatı verme yetkisini Osmanlı Sultanları'ndan alıyor. Çünkü elindeki mevcut kanun Osmanlı'dan kalma Taş Ocakları Nizamnamesi adlı bir kanun. Buna ne kadar kanun denilebilir tartışmak lazım.

İşte bizler, bu kimin ne dediği belli olmayan ortamda, sistem, çevre, teknoloji gibi konuları gündeme getirip bu konularda düzenleme bekliyoruz. Niyetimiz, başı bozukluğun ortadan kalkması. Neyi nasıl yapacağımızı birilerinin bize tarif etmesi. Teknik anlamda söylemiyorum, o konuda söylenecekler söylendi. Kriterler, hocalarımın da belirttiği gibi gayet net ve açık. O konuda benim söyleyeceğim yalnız şu var; kum sadece betonda değil, sıva, dolgu gibi alanlarda da kullanılmaktadır. Bu yüzden kum satıcısının, her sattığı malın içinden taşı, kömürü çıkarmasının da bir mantığı yoktur. o zaman bizden kum alan beton santrallerinin TSE'lerinin olup olmadığını da sorgulamalıyız. Tüketicinin, bu kumu nerede kullanmak üzere aldığını da sorgulamamız lazım. Bu, bizim denetimimiz dışında olup devletin yapması gereken bir uygulamadır. Biz TSE standardına vygun kum çıkarmalıyız. Ondan sonrası tüketiciye düşmektedir. Tükitici de bu standarttaki kumıın bedelini karşılamalıdır, ki bu bedel, haliyle biraz daha fazla olacaktır. Ancak kesin olan, kullanım alanına göre gerekli ise bu bedelden kaçınılmamasının gerektiğidir. dolgu gibi işlemler içinse daha düşük kaliteli kum alınabilir.

Son olarak da şunu söylemek istiyorum ki batı yakası kumcular kooperatifi olarak 3 senedir bir ruhsat almak için uğraşıyoruz, ama bir 3 sene daha uğraşsak alabileceğimizi sanmıyorum. Şimdi bakın, bu ruhsatla ilgili kriterleri kim koymuş; 5 Kasım l993 tarihinde Turizm Bakanlığı Yatırımlar Genel Müdürlüğü Alt komisyon Raporu. Ne alaka ! 9 tane bakanlık ve çeşitli birimler var. Bütün evrakları tamamlayıp gidiyorsunuz, diyorlar ki "görüşleri alacağız' ya da "bunların süresì doldu". Yani devletin ve bürokrasinin bu işleri düzenlemeye niyeti var mı yok mu belli değil. Bundan sonra, bunların değişip değişmeyeceğini birlikte göreceğiz. İnşaallah iyi günler hepimizin olur. İyi akşamlar diliyorum.

Rıdvan Kartal: Teşekkür ediyorum Ayhan Bey. Sabahki oturumda Çevre Bakanlığı Toprak Genel Müdürlüğü adına gelen sayın Ethem Yanar Bey söz almak istiyor. Buyurun efendim.

Ethem Yanar: Hepinize iyi akşamlar diliyorum. Sabahtan beri toplandık ve büyük bir sektörün problemlerini tartışıyoruz. Ama sadece deniz kumunun problemleri tartışıldı. Ve konu, dağ kumu mu, deniz kumu mu tartışmasına döndü.

Aslında tabii malzeme dediğimiz kum, taş, çakıl ve stabilize malzeme ve benzeri birçok hammadde var. bunlar, inşaat sektörünün diğer malzemelerle telafisi çok sınırlı unsurları. Mutlaka kumu, çakılı kullanacaksınız. Buna Çevre Bakanlığı olarak hiçbir itirazımız yoktur ve olmadı. Bugüne kadar, bu sektörün faaliyetlerine en çok yardımcı olan bakanlık olarak görüldük ve olmaya da devam edeceğiz. Ama şu ana kadarki konuşmalardan anlaşılan o ki, bu konu yanlış anlaşılıyor.

Sayın konuşmacılardan bir tanesi "Araba zararlı o zaman araba üretmeyelim" dedi. Hayır! Çevre Bakanlığı'nın böyle bir mantığı yok. Çevre Bakanlığı diyor ki "Evet bu bir doğal kaynaktır, fakat ihtiyaçtır, o halde kullanılacaktır. Ancak kullanırken o doğal kaynağı da koruyacağız". Bu koruma-kalkınma ilkesini kesinlikle bir arada düşünmek zorundayız. Bunun çözümünü de beraber bulacağız.

Evet, kumculuk,1901 Taş Ocakları Nizamnamesi çerçevesinde yürütülen bir faaliyettir. Sorumlusunun kim olduğu, denildiği gibi meçhuldür. Ama bu yasanın yeniden düzenlenmesiyle ilgili çalışmalarımız, İçişleri Bakanlığı'na iletilmiştir. Konuya ilişkin rapor, 80 vilayetten ilgililerin, burada bulunan bazı arkadaşlarınızın ve bakanlığımızın görüşleri de katılarak hazırlanmış ve "Tabii Malzemeler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri" başlığı altında, bu konunun yetkilisi olan İçişleri Bakanlığı'na gönderilmiştir. Bu da demek oluyor ki, konunun esas muhatabı İçişleri Bakanlıği dır. Fakat bu mesele, özel idarelerin gelir beklentilerine göre de düşünülmelidir. Bunun haricinde konu, sadece İstanbul çerçevesinde düşünülmemelidir. Kanunun bütün yurt genelinde geçerli olması gerekliliği vardır. Mesela Rize Valiliği, üç yıldır inşaat yapacak malzeme bulamadığına dair yazı göndermektedir. Bunun için, Doğu Karadeniz'de 6 ili kapsayan "Doğu Karadeniz Bölgesi Mevcut ve Potansiyel Tabii Malzemeleri Projesi" tamamlanmaktadır. Rize ve Samsun illeri bu kapsam dahilinde incelenerek sahilleri kurtarılmıştır. Bu proje hazırlanırken de Samsun'un nüfusu, yapılaşma ihtiyacı ve rezervleri göz önünde bulundurularak çevreye etkisi araştırılmış ve ancak bundan sonra ruhsatlandırılmıştır. Akdeniz Bölgesi'nin 15 yıllık kum, çakıl ihtiyacını karşılayacak proje yaptırılmıştır. Ancak bu konudaki hukuki pürüzler, size olduğu kadar bize de zorluk çıkarmaktadır. Bu yüzden, Türkiye'de toprak yasası çıkmak zorundadır. Daha sonra bu konu ya o yasanın içinde ele alınmalı ya da ayrıca incelenmelidir.

Burada, bugün ağırlıkla tartışılan dağ kıımu mu, deniz kumu mu tartışması için, TS 706 numaralı bir standardın olduğunun hatırlatmasını yapmak istiyorum. Projeyi yapan; numuneyi alıp analiz ettirecek, bu TSE değerleriyle karşılaştıracak, işletildiği takdirde çevreye ne gibi zararlar verir, bunları en aza indirmek için neler yapılabilir, bunları araştıracaktır. Su ürünlerinin barınma ve üreme alanlarının nerede olduğu, bir kepçe daldırdığımızda nereye, nasıl zarar verebileceğimizi ve bunu nasıl en aza indirip telafi edebileceğimizi araştırıp bir proje dahilinde hareket etmeliyiz. Bu konuda hep beraber hareket ederek kanunun çıkmasını sağlamalıyız. Sayın başkanın, muzdarip olduğunu belittiği cezaların olmaması için, kendi kendimizi kontrol etmeliyiz.

Biraz önce, yabancı konuklarımız kendilerinin yasayı gelecek yıl çıkaracaklarını söylemişlerdi. Demek ki bu iş kanun olmadan da yürüyebiliyor. Ancak hepimiz hem kullanma hem de koruma şablonunu kafamıza oturttuğumuz zaman bu işi halledeceğiz. Teşekkür ederim.

Rıdvan Kartal: Teşekkür ederim sayın Yanar. Önce, o raporun bir örneğini lütfen kooperatif yönetimine ve Deniz Ticaret Odası'na verirseniz memnun oluruz. Yalnız burada şunu da belirtmek isterim ki toplantımız, I. Uluslararası Deniz Kumu Konferansı'dır. Yani burada doğal olarak sadece deniz kumundan bahsetmekteyiz. Amacımız da bu konuyu, sayın bilim adamlarımız ve sizlerin görüşleriyle objektif bir biçimde ortaya koymaktır.

Şimdi tartışma ve soruları alacağım. Sorusu olan arkadaşlar, lütfen isim, soyad ve kurumlarını belirterek söz alsınlar.
Prof. Dr. Mehmet Ali Taşdemir buyurun efendim.

Mehmet Ali Taşdemir: Sayın Başkan, konuşmasında, kumun içindeki bu taşı, toprağı ve kömürü ayıklayamayacağını söylemiştir. Bu aslında bir hayal kırıklığıdır.

Rıdvan Kartal: Hayır efendim ayıklayamayacağını söylemedi. Onun gerekmediği yerler de olduğunu söyledi.

Mehmet Ali Taşdemir: Sanırım bu, " istenirse yaparım, istenmezse yapmam" demektir. O halde sorabilir miyim, bu kumun ne kadarı hazır beton sektörüne, ne kadarı diğer yerlere gitmektedir?

Ayhan Paksay: Bizim satış miktarımızın % 60'ı hazır beton sektörüne yöneliktir. Hazır beton sektörünün tercihi deniz kumudur. Takdir edersiniz ki yıkama-eleme faaliyetinin belirli bir maliyeti var. İstanbul'da, bu işi yapan iki kooperatifin uygulamaları farklıdır. Anadolu Yakası Kumcular kooperatífi hem yıkayıp hem eliyor, biz ise yıkamaya gerek görmüyoruz. Zaten rapordaki sonuçlar, yıkanmadan alınmış sonuçlar. Sonuçta, bunu elediğimizde TSE'ye uygun bir kum ortaya çıkarıyoruz. Ancak, drenajda, sıvada kullanılan kumu elemeden vermek durumundayız. Çünkü hepsini eleyip maliyeti yükseltiğinizde tüketici, o fiyattan almıyor bu kumu.

Mehmet Ali Taşdemir: Hazır beton sektörüne verdiğiniz kumun hepsini eliyor musunuz?

Ayhan Paksoy: Evet hocam, eliyoruz. ama onlar kullandıkları kumun hepsini bu elenmiş kumdan mı talep ediyor?
Onu da hazır beton sektörüne sormak gerekiyor. Tabii ki onlar elenmemiş kumu talep ederse bunun içinden çıkacak taşa da katlanmak ve bunun sorumluluğunu taşımak durumundalar. Kumun elenmişinin tonu, elenmemişinden yaklaşık 150 bin TL daha pahalı. Elbette hazır beton üreticileri ya bunun maliyetini ödeyecek ya da aldığı kum TSE standardına uygun bir kum olmayacak. Onunla da beton yapmayacak.

Mehmet Ali Taşdemir: Eğer toplumun önünde "fiyat budur, istenirse elenmiş, istenirse elenmemiş' derseniz bu sorun çözülmez. Yalnız şu var; doğru dürüst bir denetim gelmesi lazım. Bunları, pekala, siz de düzeltebilirsiniz. Bizim istediğimiz denetim olursa siz de eleyip standarda uygun vermek zorunda kalırsınız. Olmazsa bu keşmekeş devam eder. Ben birçok olaya şahidim. Kocaman taşlar yüzünden pompa sıkışmış, beton dökümü gecikmiştir, milyonlarca lira zarar olmuştur. Ya da kömürlü kum verilmiş ve hazır beton üreticisi zarara uğramıştır. Sizin kılınız bile kıpırdamamıştır. Bunları biliyorum. Bunu tesbit etmek lazım. Ama ülkeyi yönetenler herhalde doğru dürüst bir yasa getirecek ve herkes de tavrını ona göre ayarlayacaktır. Teşekkür ederim.

Rıdvan Kartal: Teşekkür ederim hocam.

Halim Mete: Hocama teşekkür ediyorum. Zannediyorum, kürsüden yaptığım açıklama, sayın hocamı destekler şekildeydi. Biz de kendi öz eleştirimizi yaparak ne yapmak gerektiğine karar vermek durumundayız. Ayhan Bey sanırım şu açıdan söyledi, tüketici, direkt inşaat amaçlı değil de, başka amaçlı kum isteyip elemeden kullanabilir. Bizden elenmiş kum istedikleri takdirde elenmiş kum satmak durumundayız. Eğer elenmiş kumun maliyeti yükseliyor ise bu maliyeti azaltmak bizim sektörün görevidir. Küçük gemilerle mi taşıyalım, yoksa büyük gemilerle bir seferde mi taşıyalım, gemileri haftada iki sefer mi, daha fazla mı çalıştıralım, onun tedbirlerini birlikte almak zorundayız. Ayhan Paksoy da onu başka açıdan değerlendirdi. Yoksa o konuda hiçbir tavizimiz yok. Aynen size katılıyoruz. Teşekkür ederim.

Rıdvan Kartal: Başka soru yoksa kapanış konuşması yapması için Deniz Ticaret Odası Meclis Başkanımız sayın Erol Yücel'i davet ediyorum. Buyurun efendim.

Erol Yücel: Sayın Başkan, değerli katılımcılar, bu arada, yabancı misafirler, hepinizi şahsım ve Deniz Ticaret Odası adına saygıyla selamlıyorum.

Bu toplantı ile ilgili olarak bir davetiye ve davetiyenin beraberinde hazırlanmış olan bu kitapçığı aldım. Ben, Deniz Ticaret Odası Meclis Başkanı olarak kum ile ilgili fazla birşey bilmediğimi veya inşaat sektörü ile ilgili hiçbir deneyimimin olmadığını ifade etmek istiyorum. Sadece işin denizcilik yönünü biliyorum. İçinde gayet güzel bölümler okudum. Kumun yapısı ile ilgili bir takım bilgileri tesbit eden belgeleri buldum ve kendi kendime sordum; acaba, Türkiyemiz'in gözbebeği,10 milyon insanımızın yaşadığı İstanbulumuz'da faaliyet gösteren ve iş birliği içinde çalışan Batı Yakası ile Anadolu Yakası Kumcular Kooperatifleri, böyle bir toplantıyı yapmakta geç kalmadılar mı? Tahmin ediyorum, kooperatiflerimizin yetkilileri, bu salonu terk ederlerken kendi kendilerine diyecekler ki "Gerçekten bugün, geç kalmış ve bugüne kadar yapılması gerekli olan bir toplantıyı yaptık." Ben bu tesbitimi, kitabı okur okumaz yapmış idim. Daha sonra saygıdeğer öğretim üyelerimizi, sektör hemsilcilerini, bakanlığımızın saygıdeğer temsilcisini dinledim. Yine, denizlerimizde önemli görev yapan Sahil Güvenlik Komutanımız burada. Sonuç çıkarmaya çalıştım.

Türkiye'de bir başka olay daha var; insanlar, basında boy göstermek için yarış halinde ama basının eleştirisine uğradıkları zaman da medyayı, basını suçlama telaşı içine giriyorlar. Mesela kum, yaşadığımız bu deprem felaketinden sonra gündeme geldi ve suçlandı. Ben kooperatiflerimizin, bu toplantıyı, savunma amacıyla düzenledikleri kanaatindeyim. Burada bütün gün, deniz kumu yargılandı ve sonunda beraat etti.

Ben, aslında kara kumunu da bilmiyordum. Kitapçığı okuduktan ve buradaki yetkilileri dinledikten sonra öğrendim.

Ben sadece, deniz kumunu ve dere kumunu biliyordum. Bu toplantıdan şu sonucu çıkarmam gerekiyor: burada bir takım müesseseler ve belki kişiler suçlandı. Hiç kimse alınganlık göstermesin. Kuma olan ihtiyacımız, tartışmasız bir gerçek! Herkesin bundan bir ders çıkarması gerekiyor. İnanıyorum ki herşeyin en iyisini yaptığını iddia eden bu her iki güzide kooperatif, yarın sabahtan itibaren kendi aralarında yapacakları ilk toplantıda, "daha neler yapmalıyız?" diye düşünecekler. Bir değerli hocamız, "deniz kumunun süreklilik gösteren bir şekilde, aynı zaman diliminde çıkarılışı nedeniyle daha iyi kalite verdiğini; oysa kara kumunun düzensiz bir şekilde çıkarılıyor oluşu nedeniyle gelen her kamyonu denetleme olanağının olmayışını dolayısıyla kalitede farklılık gösterdiğini" ifade etttiler ve deniz kumunun daha iyi olduğunu vurguladılar. Bu tespitte, sanırım doğruluk payı var.

Pekiyi, biz kumcuları nasıl tanıyoruz? Kumcular, şu anda Zeyport Limanı'nın bulunduğu yerde faaliyet gösteren kum iskeleleri gündeme geldiğinde, basında, çokca ve olumsuz bir şekilde yer alıyorlardı. Son olarak kumcular kooperatifinin, Pendik sahil yolunu kum depoları ile kesmiş olmaları nedeniyle herkesin nefretini almış bir vaziyette yine kamuoyunun gündemindeydiler. Biz, kumcuları böyle biliyoruz. Biz, kumcuları yine, Sahil Güvenlik Komutanlığımız'ın katkılarıyla yapılan "Sahil Güvenlik" programıyla biliyoruz. Gerçekten, ben, özellikle denizci olarak, "Sahil Güvenlik" programından çok etkilendim. Bu programın derhal yasaklanması ve yayından kaldırılması için o zamanki Deniz Kuvvetleri Komutanı'ndan ricada bulundum. Gerekçelerini saydım, kabul ettirdim ve yayından kaldırttım.

Boğazımız'a en küçüğünden, 300 bin tona kadar gemiler giriyor. Sahil Güvenlik Komutanlığımız'ın, bu gemilere karşı yaptığı hiçbir işlem yok. Tanker, dolıı mu boş mu, tankerin tankları içindeki 02 oranı % 5'in altında mı, değil mi? Az önce çevreci bir arkadaşımız da konuşma yaptı, ancak sanırım şu gerçeğe pek dikkat etmedi: Kum gemisi batarsa denizden çıkan kum, denize gider; ama tanker batarsa 300 bin ton petrol boğaz'a yayılırsa ki, boş tanker dolu tankerden tehlikelidir veya Boğaz Köprüsü'nün altında infilak ederse ne olur? Ben özellikle bu tanker meselesine dikkat çekmek istedim. Yani bu tankerlere bir işlem yapmayan Sahil Güvenlik Komutanlığı'nın, 30-40 cm fazla batmış diye bir kum kosterine helikopterle, sahil güvenlik botuyla limana çekip ceza yazması!.. Devletin harcadığı paraya ve zamana yazıktır. Böyle bir cezaya maruz kalan o teknenin sahibine de yazık. Bana göre abesle iştigaldir. Ben bu açıklamalarımızı uygun mütaala eden Sahil Güvenlik Komutanlığımız'a teşekkür ediyorum. Sahil Güvenlik Komutanlığımız, gerçekten Deniz Ticaret Odamız'la bir işbirliği içinde hareket etmektedir.

Toplantının sonunda, kum konusunun sabit bir konu olmadığını gördük. Bugün, az önce sayın bakanlık yetkilisi otomobilin yaktığı benzinden bahsetti. Otomobil benzin yakmaz. Otomobil 15/16 hava yakar,1 /16 benzin yakar. Ben şu kitabı okuyana kadar, betonun içindeki kum oranın da 1 /3 olduğunu bilmiyordum. Ben, bu nedenle böyle bir toplantıyı düzenlemiş olan her iki kooperatifimizi yürekten kutluyor, onlara teşekkür ediyorum. İnşaallah daha geniş platformlarda bu toplantılar yapılır.

Her tartışmadan bir sonuç çıkartmak gerekiyor. Ben kendi adıma sonuçlar çıkarttım. İnanıyorum ki burada bulunan ve günün bu saatine kadar toplantıyı izleme sabrı gösteren katılımcılar da bir sonuca vardılar. İnşaallah daha kalitelí ve iyi hizmet ortaya konulur. Daha iyi yapıların yapılması sağlanır. Ülkemizde yaşanan deprem felaketi sonucu karşılaşılan acılar yaşanmaz. Ben tüm katılımcıları ve yöneticileri huzurunuzda tebrik ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Rıdvan Kartal: Efendim bugün, sizlerin katılımcı izleyiciliğiniz ve çok değerli konuk konuşmacılarımızın da tebliğleri ile renk kattığı "I. Uluslararası Deniz Kumu Platformu"nu tamamlamış bulunuyoruz. Bu platforma değerli tebliğleriyle katılan değerli bilim adamlarına, tüm konuşmacılara ve dinleyicilerimize, teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.

Bu platformu düzenleyen Batı Yakası ve Anadolu Yakası Kumcular Kooperatiferi'nin amacı, deniz kumculuğunun, sistem ve genel boyudarıyla irdelenmesidir. Bunun yanında, bir diğer amacımız da doğru bilgileri, doğru ağızlar tarafından ve aracılığı ile topluma ulaştırmak, böylece kamuoyunu bilgilendirebilmektir. Ancak biz bunları yaparken objektif olmak, normlara sadık kalmak, açık ve net olmak, hepsinin yanında da mesleğimizi disipline etmek mecburiyetinde olduğumuzun bilinci içíndeyiz.

Hiç yorum yok: